Wallerstein’a saygı ile

Büyük bir ustayı yitirdik. Immanuel (Maurice) Wallerstein, 89. yaşını doldurmasına 28 gün kala 31 Ağustos 2019 itibarıyle aramızdan ayrıldı. 1 Ekim 1998’den 1 Temmuz 2019’a kadar on beş günde bir yorumlarını paylaşan Wallerstein, 1 Temmuz’daki son yorumunda, bunun bir ‘son yorum’ olduğunu yazarken belki de aramızdan ayrılacağının sinyalini verir gibiydi. Bu saygı yazısında Wallerstein’ı çağımızın önde gelen şahsiyetlerinden birisi yapan temel öğelerde değinmek istiyorum.

Bilimsel metodolojisi

Wallerstein’ın bilimsel metodolojisi, bütünsel yorumlamaya dayanır. Örneğin, akademide oluşturulan ve hükümranlık mertebesindeki kürsülerin birbirinden izole edilmiş krallıklar haline gelmesini şiddetle eleştirirken ‘Biz üniversitelerde disiplinler olarak adlandırılan ayrı ayrı analiz kutularının, dünyanın anlaşılmasına yardım eden değil, bilakis engel oluşturan şeyler olduğunu öne sürüyorduk’ tespitinde bulunur (Dünya-Sistemleri Analizi – Bir Giriş). Ustanın bu tespiti çok önemlidir zira eğitim adına diğer disiplinleri araştırmadan, bilmeden, tek bir disiplinle elde edilen bilginin, diğer disiplinler ile bir araya gelmeden çok da anlam kazanamayacağına dikkat çekmektedir adeta. Örneğin, sosyolojinin insanın toplumdaki yerine bakışını, psikolojinin insan davranışı ve aklından soyutlayarak yapılan bilimsel çalışmaların, bu iki disiplinin ortak çaba göstermesi halinde daha anlam kazanacağını düşünebiliriz. Ancak, pratikte sosyal psikoloji ile insanın toplumdaki bireyselliğini inceleyen dalın, sosyoloji ile psikolojiyi birleştiremediğni, hatta birbirlerinden daha çok ayırdığını ifade etmek yerinde olacaktır. Keza, tarihsel planda ‘ekonomi politik’ ya da ‘ekonomik politika’ olarak bilinen bilim dalının zamanla ‘ekonomi’ dalına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Oysa bize gerekli olan, sosyal bilimlerin, doğa bilimlerinin, sanatın, felsefenin bir arada yer alabildiği bir metodoloji, günümüzdeki takibi imkansız hale gelen akademik yayınların enflasyonundan, her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Bu sorun, sadece akademide değil, çalışma yaşamının da vazgeçilmez bir etkeni haline gelmiştir ve bireyin izolasyonunu, bir konuda uzman ve robotize hale geldiğini gözlememize neden olur.

Ustanın bu tespitleri günümüzde daha da girift hale gelen toplum yapısının akademik alandaki ifadesi anlamında hem doğru hem de önemlidir.

Eserleri

Arkasında önemli bir külliyat bıraktı Wallerstein. Eserlerinin tamamına değinmek mümkün olmasa da, dünyanın kendisini tanıdığı çalışmalarına değinmek isterim kısaca. ‘Dünya-sistemleri analizi’ fenomen düzeyinde ilgi çekmiştir ustanın; başta, sosyoloji alanında, sonrasında ise bir çok disiplini ilgilendiren bir biçimde. Analiz, toplumsal analizin temel birimi olarak dünya-sistemini ele alır ve ulus-devlet bazlı analizleri yanlışlar. Wallerstein’a göre, ayrı ayrı sistemler değil tek bir dünya sistemi mevcuttur ve sermayeye sahip oluş güç ve oranlarına göre tüm dünya tek bir sistem altında devinim halindedir. Bu anlamda bir yandan tüm devletlerin egemen olduğunu ileri süren Wallerstein, diğer yandan da ulus-devletlerin radikal bir biçimde egemenlik kisvesi altında nasıl yurttaşlarına baskı uyguladığını gösterir. Tarihsel yöntemini ‘hiçbir şey göründüğü gibi değildir’ şeklinde özetleyebileceğimiz Wallerstein’ın, örneğin, Fransız Devrimi’nin çok da ileri sürüldüğü kadar devrimci-demokrat olmadığını, egemenlik anlayışını dünyaya yayarak daha çok ulus-devleti güçlendirdiğini bir çok örnek ile ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, Sanayi Devrimi’nin İngiltere’yi çok daha ötelere taşımadığını, bilakis Sanayi Devrimi diye adlandırılan hamle ve hatta devrim sonrası Fransa’yı yenen İngiltere’nin ekonomik yapısının Fransa’dan daha iyi bir biçimde gelişmediğini okuyabiliriz eserlerinde. Özetle, Wallerstein, bir nevi haykırmaktadır ve haykırdığı gerçek, sanayi, demokrasi gibi kült haline getirilmiş değerlerin, kapitalistlerin laf kalabalığı olduğu ve bu ülkelerin asıl gelirlerinin kolonilerindeki sömürüden kaynaklandığıdır.

Bilimsel etik anlayışı ve mütevazı kişiliği

Wallerstein’ı okuyanların dikkatini çekmiş olan hususlardan birisi de, onun ‘kesin’, ‘hüküm veren’ yaklaşımdan tevazu içinde uzak duruşudur. Zizek’in tabiriyle ‘ideolojinin yüce nesnesi’ne karşı direnen bir aydındır Wallerstein. Bir yandan sosyalizmin geleceğin düzeni olduğuna inanır ve bunu bilimsel gözlem ve önerilerinde sürekli ifade eder; diğer yandan da şansımızın yüzde 50 olduğunu söyleyerek bunun herşeye rağmen geleceğe yönelik bir ‘tahmin’ olduğunu belirtir. Ayrı bir yazı konusu olsa da, burada Wallerstein’ın ideolojideki kesinlik ve ajitasyondan kaçınan ve bilime dayanarak geleceğe dair tahminde bulunan kişiliği önemlidir. Adeta, ‘ben böyle görüyorum; siz ise bunu ne şekilde alırsanız’ der gibidir usta, ideolojik kaygı taşıyanlara. Bilim ile ideolojinin ayrıştırılmasından ziyade, ideolojinin suyunu bilimden alabileceğinin değişik ve anlamlı bir tarzı mevcuttur Wallerstein’da kanımca. ‘Bilginin Belirsizlikleri’ eserinde, doğal bilimler ile sosyal bilimlerin mukayesesini yapan Wallerstein, gelecek zamana yönelik yapılan tahminlerin kanıtlanmasının mümkün olmayacağını söylemekte ve dine yıkma söylemi ile onun yerini alan bilimin, yeni bir din ve tabu oluşturma tehlikesine bir çok yönden dikkat çekmiştir.

Anti-kapitalist kişiliği

Kapitalizmi, yukarıdaki ikinci maddede değindiğimiz şekilde eleştiren ve sömürü yöntemlerinin beş yüz yıla yakın zamandır süregeldiğini beyan eden Wallerstein, bahsettiğimiz bilim insanı vakarıyle, insanlığın sosyalizme gidişatının mümkün olduğunu beyan etmiştir. Fikirsel gelişim ve olgunluğunun oluşumunda ezilen halkların, ulusların, Afrika’daki sömürgeciliğin büyük rol oynadığına yazdıklarından tanık olduğumuz usta, Kürt sorununun da bir alternatif teşkil edebilmesi açısından önemine değinmiştir. Kapitalizmin başarısı, aslında onun her kılığa girebilmesinde ve çöküşlerin ardından kurtarıcı rolünü üstlenmesinde yatmaktadır. Wallerstein, bu konuda radikal solun hem sokak hem de seçim yollarını kullanmayı önermiştir. Gerçi, bu ifadesinde bunların dahi fayda sağlamama olasılıklarını açıkça ifade etmiştir ancak iğne ile kuyu kazmaktan vazgeçmeme prensibine değinmektedir bir bakıma; zira, kısa vadede yapılanların pek azı bile gerçekleşse, orta vadede etkilerinin göreceğine inanmaktadır. Bunun ölçütü ise kısa vadede de taktik anlamda başarılı olabilecek eylemlerdir, ustaya göre.

Toparlayacak olursak, engin bilgisini otoriter bir yol ya da kariyer uğruna heba etmemiş, entelektüel, anti-kapitalist, mütevazı bir bilim insanını yitirdik. Kendisine gönül dolusu bir teşekkürü iki satır yazmak karşılamayacaktır ama geleceğin toplumunda Wallerstein ve diğer değerli aydın kişiliklerinin düşünce ve eserlerinin izlerini görmemek mümkün olmayacaktır. Ustanın 1 Temmuz’daki ‘son’ yazısında’ ‘Bu, başlangıç’ demesi, belki de kendisininden sonraki aydınları cesaretlendirmek içindi, kim bilir?’ diye sormuş olması belki de aramızdan ayrılacağının sinyalini bizzat kendisinin vermesiydi. Bugünün sorunları, birlik olma ve bir arada yaşayabilme ütopyasını yarına ertelemeden, yarının toplumunu bugünden kurmaya çalışan birey ve toplumların çabaları ile aşılabilir. Bu kapsamda, fazla radikal eleştiriler ve mahkum etme çabaları dışında, Wallerstein, Bookchin, Zizek ve daha bir çok aydının eserleri ile yerelde yapılan çaba ve eylemlerin kaynaştırılması, inisiyatiflere zenginlik sunabilecek kapasitededir. Ulus-devletlerin tam da Bookchin ve Wallerstein’ın belirttiği düzeyde, belki de daha da şiddetli biçimde egemenlik nutukları üzerinden içeride şiddeti yoğunlaştırmasında bu kadar isabet sağlayan tecrübe ve öngörülerini bir kalemde silmek, olsa olsa bizi bilimsel araştırma ve yöntemlerin sunduğu ışıktan yeterince yararlanmama hükmünde olacaktır.

Düşüncelerini gözlem ve bilimsel metodoloji ile derinleştiren ve bunları geleceğin toplumuna kurmak için gerçekleştiren herkese en içten selam ve saygılar ile.

3 Eylül 2019’da Gazete Karınca’da yayınlandı.