Ulus-devletlerin yerleştirdiği kavramlarla yaşarken mevcut hayatımızda olanların sanki geçmişten hatta ezelden beri var olduğunu sanıyoruz çoğumuz. ‘Millet’ kavramı da bundan beri değil. Öyle bir algı yaratıyor ki söylemler, söylevler, propagandalar, neredeyse Türk milleti veya herhangi başka bir milletin hep olageldiğini düşüneceğiz. Egemenlerin en büyük dertlerinden birisi de bu aslında: milat yaratmak, milattan beri milletin var olduğuna inandırmak.
Ben de bu yüzden millet kavramına değineceğim yine ve yeniden. İlk kez İsmail Beşikçi Hoca’nın bir kitabında görmüştüm yaklaşık 30 yıl önce; Osmanlı’da millet kelimesinin ‘din’ anlamına geldiğini (Beşikçi, 1990 s. 81). Yalan olmasın, garipsemiş ve hatta kuşkuyla yaklaşmıştım. Bu benim de o dönem milletin ulus ile eşdeğer olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu. Beşikçi Hoca, kitabında her zamanki üslubu ile çarpıcı örnekler veriyor ve Mustafa Kemal’in Kürt din adamlarına yazdığı mektuplardan alıntılar yapıyordu (Beşikçi, 1990, s.76-81). Gördüğüm, din yerine elden gidenin ‘millet’ olması idi ve buna karşı ‘yüce milletin’ (yani dinin!) savunulması için Kürt şeyhlerinden yardım isteniyordu! Seküler, laik güçler, böyle durumlarda dine karşı çok saygılıydılar hep; gerçi yıllar sonra tekke ve zaviyeleri kapayacaklardı bu sefer: diğer anlamı ile kullanılan, ‘millet’in huzuru için!
Zamane insanları ise artık millet ve özellikle ‘milli’, bir de bu sonuncusunun önüne ‘yerli’ eklenince bir coşuyor ki! “Yerli-milli araba”, “milli ordu” (hem de Suriye’de!), “milli değerler” gibi enflasyona uğramış halde kullanılan bir çok milli değer ve ürün var! Dilimizde ‘din’ kelimesi ile özdeş tutulan millet kelimesinin en özenli kullanımına ise Farabi’de rastlıyoruz.
Farabi, Yunan felsefesini çalışmış ve eserlerine İslami renklerle işlemiş birisi olarak ‘din’ kelimesi yerine ‘millet’ kelimesini kasıtlı olarak bu ayrımı yapıp, kullanan önemli bir isim. Tarihçi veya İslam ıstılahlarını (kavramlarını) araştıranlar daha doğru bilgiyi verebilir ancak bulabildiğim en eski (kapsamlı, özenli) kullanım Farabi’de yer alıyor. Bu anlamda Farabi’den başlayıp, yukarıdan bahsedilen Beşikçi Hoca’nın önemli tespitini hatırlayıp, ulus-devlette ulus ile eşitlenilen millet kelimesine değinelim; sonrasında da hangi millet tek millet imiş ona bakarak bitirelim. Bu kadar millilikten dem vuranların milliyetçi(!) duygularının altında yatan gerçek sebebin dini olup olmadığını ve bu dinin nasıl bir din olduğunun yorumunu da okuyucuya bırakalım.
Farabi’nin eserinin adı ‘Kitabu’l-Mille’ yani ‘Din kitabı’. Aslında içeriğinden de anlaşılabileceği gibi ‘dinler’ kitabı bir anlamda. Zira, millet, ‘din’ demek ama tek bir dini kapsamıyor. Asıl nokta da tam burası. Ben kitabın kısmi çevirisinin yer aldığı Divan Dergisi’nin 2002 yılında yayınlanan 12. sayısındaki metni esas alarak yorumlarımı yaptım çünkü bu yazı ile ilgili bölümleri tamamen kapsamakta kısmi çeviri. Kitaba göre, din (yani millet), ilk başkanın toplum için kurallar koyduğu ve görüşler bildirdiği bir bütünlüktür. Eğer başkan erdemli bir kişiliğe sahipse, yönetimi de erdemliliğine uyan bir şekilde gerçekleşirse, o halde kabiledir, şehirdir, ümmettir (nüansları var tabi); o topluluğun da mutluluğu en yüksek şekilde gerçekleşir. Haliyle, bu oluşturulan ‘din’, erdemli bir dindir. Tam tersi de ‘cahiliyye’ diye bilinen tasarımı ve kuralları aksak, düzensizliğe yol açan dindir. Cahiliyye dininde, Farabi’nin cahil başkanın, kendisine yakın olanların zenginlik, kibir, üstünlük taslamalarına yol açacak şekilde bir yönetim sergileyen bir şahıs olduğunu söylemesi çarpıcıdır.
İşte tam da bu noktada Farabi’nin neden özenle ‘din’ değil de ‘millet’ kelimesini kullandığını anlayabiliriz. Kötü din de, iyi din de ‘millet’ kelimesi ile tanımlanır. Haliyle cahiliyye milleti (dini), erdemli millet (din) gibi ayrımlar hepsi aynı kelime ile (yani millet ile) ifade edilir.
Farabi’nin önemi, dinin iyisini, kötüsünü ‘din’ kelimesi ile değil, ‘millet’ kelimesi ile açıklamasında ve kötü dinlere ait verdiği örneklerde. Kitabın kendisi çok daha kapsamlı olmasına rağmen, millet kelimesinin din ile eşdeğer ve çeşitli dinler hakkında kullanılabilecek bir kelime olduğunun konumuzun aslı olduğunu belirterek ve Farabi’nin kitabının kavramsal katkısını sunarak geçiyoruz günümüzdeki ‘tek millet’e.
Bu ‘tek millet’ konusunda ben biraz şüpheci yaklaşıma sahibim. Açayım. Ülkede ‘tek milletçi’ anlayış ve söylem hakim. Meclis’te grubu olan partilerden bir tek HDP’nin bu anlayışa sahip olmadığını, Türkiye’de çeşitli ve halkların ve ulusların mevcut olduğunu ve bunun anayasal eşitlik anlayışı içinde tanımlanmasını dile getiren tek parti, tüm bileşenleri ile HDP. Meclis dışında yer alan ve bu konuda çok ileri bir pozisyonda yer alan partiler de aynı çizgide şüphesiz. Yeri geldiğinde (aslında artık devamlı) HDP’ye ve diğer çoğulcu/demokratik oluşumlara yapılan saldırıların en temelinde de bu yapıların, Kürt ulusu ve diğer ulusların haklarını açık bir şekilde ve yüksek sesle dile getirmesi, halkların yerel yönetimler ile kendilerini yönetmesi talepleri yatıyor. Hapis, sürgün, kayyım; bu üç kelime sanırım Türkiye’de yaşanan durumu özetliyor.
Peki, bugün CHP’nin ‘ulus’ anlayışı ile, MHP’nin, AKP’nin, İYİ Parti’nin ‘millet’ anlayışlarını nasıl değerlendireceğiz? CHP, etnisite temelli olduğunu dile getirmeyen, Türklüğün bir üst-kimlik olduğu iddiası temelinde ‘ulusçu’ bir anlayışa sahip ya da ship olduğunu iddia ediyor. Bu anlayışın, ‘din’ ile eşdeğer olmayan bir millet kelimesi ile karşılanmayacağı açık. Ulus-devlet temelinde, Türk kimliğinin oluşturulduğu bir cumhuriyetin harcı olduğuna inanılan ve partideki bir kaç muhalif ses dışında önemli oranda diğer ulusların, Türk kimliği içerisinde asimile edilmesini esas alan bir anlayış bu.
MHP ve İYİ Parti daha da şahin bir anlayışa sahip ama aslında aynı çizgiye sahip iki diğer siyasi parti. ‘Türk milleti’ bazlı, seçimlerden önce ‘Kürtler de bizim kardeşimiz’ diyebilen ama bunun dışında Kürtlerin taleplerinden rahatsızlıklarını gizlemeyen malum yapılar. Diğer kayda değer bir husus da daha muhafazakar söyleme sahip olan aşırı sağ partilerin ‘millet’ kelimesini kullanması ve CHP ve benzeri partilerin de ‘ulus’ kelimesini tercih etmesi. Oysa hepsi ne de güzel anlaşıyor “hakim ulus = tek ulus” noktasında!
Bunun kökenlerinde de millet kelimesinin ulus ile eşdeğer kullanımına yönelik Osmanlı milleti yaratma uğraşları yattığını not düşelim. Ünlü Türk milliyetçisi Yusuf Akçura, Osmanlı milleti yaratma gayesinin, II. Mahmut ile başladığını belirtir ki bu da ulus-devlet oluşumlarının tarihine uygun düşer. II. Mahmut, ‘tebaasındaki’ din farkını ancak ibadet yerlerine girdiklerinde görmek istermiş (Akçura, 1976). Haliyle, içi o kadar da dolu olmayan bir ümmetten, ulus-devletlerin yükselişi ile bir ulus yaratma çabası Osmanlı’dan beri gelen bir uğraştır. Üç Tarz-ı Siyaset’in Enver Ziya Karal tarafından kaleme alınan önsözüne bakıldığında ne kadar içi boş bir Türkçülük yapılmaya çalışıldığının itirafı, bunun altyapısınının zayıf olduğu, Türk olmayan Osmanlı topluluklarının nasıl Türkleştirileceği yer almaktadır.
Keza, aynı eserde (Akçura, 1976) Ahmet Ferit Tek’in yazdığı mektupta, o dönemde (sene 1904) Türk(çülük) siyasetinin mevcut olmadığı, Osmanlı siyasetinin milli mevcudiyeti korumak kaydı ile İslam birliği siyasetinin etkisinin bittiğinde yardımcı olabileceğini, siyasi faaliyetlerde en iyi şeyin oportünizm olduğunu yazdığını da ekleyelim. Osmanlı milliyetçiliği, şartları oluşursa da Türk milliyetçiliği, en güzel oportünizm olacaktır! Şartlar da oluşmuş belli ki zira 1904’de milliyetçi oportünizme yeşil ışık yakan Ahmet Ferit Tek, Cumhuriyet kurulur kurulmaz 30 Ekim 1923’de İçişleri Bakanı oluverir! Gerçekten böyle! Bugünkü cumhuriyetin kökeninin o dönemlerde mevcut olduğu, tasarlandığı ve yapılan değişimin devrim olmadığını görmemek için epey bir inat gerekmektedir. Ama oportünizm, getirisi yüksek iştir; şartlar neyi gerektirmişse o yapılmıştır!
Asıl değineceğim ve şüphe duyduğum ‘millet’ kullanımı ise AKP’nin kullanımı. Malum, birbirlerini hakaret edenler bugün bir arada aynı dini, milli, yerli söylemleri kullanıyorlar. Ancak benden diğer milli/ulusal yapılara tavsiye(!); AKP’nin ‘milli’ kavramını bir kez düşünün. Acaba sizin anladığınız anlamda bir ‘ulus’ mu kastederek kullanıyorlar kelimeyi, yoksa takiyyevarimsi bir hareketle ‘din’i mi kastediyorlar, yoksa yerine ve zamanına göre kah o anlamda kah bu anlamda mı kullanıyorlar? Anlamı zengin bir sözcük “millet” gördüğümüz kadarı ile. Din olarak kullan, Osmanlı milliyetçiliği için kullan, Türk milliyetçiliği için kullan; ustaca(!) harmanla yeter ki…
Tabi şu sorular akla gelmekte: mesela Suriye’deki milli ordu, dini bir ordu mu yoksa ulusal bir ordu mudur? Yoksa Osmanlı ordusu mudur? Arap Cumhuriyeti diye ulusu belli bir ordu var örneğin de bu ‘milli ordu’ya bakınca, hatta Libya’ya kadar gönderilmesi söz konusu olunca, size de ‘dini ordu’ veya ‘Osmanlı ordusu’ olarak gelmiyor mu ‘ulusalcı/milli’ Türk milliyetçileri? Ya da “milli şuur”dan bahsedip, dindar nesile ihtiyaç olduğu söylendiğinde, milli şuurdan kasıt dini şuur olmasın? Türkiye’nin otomobili diye lanse edilen aracın Arap dünyasında büyük yankı uyandırması, aracın dini temeller ve menfaatler gözetilip satılacağını düşündürmüyor mu? Kanal İstanbul’da Katarlıların yapılacak tesislere yerleşmesi ‘milli birlik ve beraberlik’ amacı için olabilir mi?
Ben kalkıp Farabi’den bir de sevgili İsmail Beşikçi Hoca’dan yola çıkıp kavramın ne anlama geleceğini bileceğim ve siyasi İslamcılar neyi, nasıl ve niçin kullandıklarını bilmeyecekler; mümkün müdür sayın ulusalcı/millici arkadaşlar? Demem o ki, onların ‘millet’i ile sizin ‘millet’ de farklı!
Madem Farabi ile oldu girizgah, Farabi’den esinlenerek bitirelim o halde: dişi dahi kalmamış cahiliyye ‘millet’i nereye kadar gider?
Selam ve saygı ile.
21 Ocak 2020’de Gazete Karınca’da yayınlandı.