Hepimizi acı ve üzüntüye boğan bir katliamdı 19 Şubat gecesi Hanau, Almanya’da yaşanan. 43 yaşındaki neonazi Tobias Rathjen, iki nargile kafeye saldırıp 9 insanı öldürdükten sonra, evine gidip annesini ve kendisini de öldürdü.
Yaşananlardan hemen sonra Alman medyası ‘ırkçı motiflerle işlenen bir cinayet olabileceğini’ açıkladı. Saldırganın ruhsal anlamda dengesiz biri olduğu ve saldırının bireysel olduğu ağız birliği edilmişçesine servis edildi. Bu tarz bireysel bir çılgınlık olması, arkada bir şebeke/örgüt olmaksızın bu katliamın yapıldığını gösterme çabasıdır oysa.
Katliamda Kürt ve Türk gençlerin yanı sıra daha başka uluslardan gelen canları da yitirdi insanlık. Nargile kafeleri Türkiye’deki bazı insanların bilememesi normal olan. İlginç bir yapısı vardır Almanya’da ve diğer ‘öteki’leştiren ülkelerde.
Yabancı gençlerin güvenli, dostane limanıdır nargile kafeler. Barlarda, diskolarda istenmedikleri, saldırılara maruz kaldıkları için nargile kafeye gitme oranı yüksektir yabancı gençler arasında. Saldırganın neden sıradan bir lokanta ya da eğlence ya da alışveriş merkezini değil de nargile kafeleri seçtiğini bu şekilde de değerlendirmek mümkündür.
Saldırıdan sonra sosyal medyada, basın açıklamalarında rastladığım kınama ve protestolarda, özellikle anti-faşist çevrelerin ‘ırkçılık bir hastalıktır’ temalı paylaşım ve söylemleri oldu. Irkçılık gerçekten bir hastalık mıdır?
Almanya’daki katliamın sorumlusunun ruhsal sağlık sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Hazırladığı ve paylaştığı videoda, gizli servisler tarafından izlendiğini ifade eden, 43 yaşında ailesi ile yaşayan (başka sebepleri olabilir bunun; tam hüküm vermemek lazım) bir insanın, söylemleri de dikkate alındığında ağır bir travma geçirmiş ve ruhsal sağlığı bozulmuş bir birey olduğunu düşündürecek epey malzeme var. Ancak, hasta bir bireyin ırkçı olması ile ırkçılığın bir hastalık olması arasındaki korelasyon 1, yani yüzde 100 değildir; aksine zayıf olsa gerektir.
Tam tersinden okumak lazım: ırkçılık ve faşizm, ruh sağlığı bozuk bireyleri şiddete yönlendirebilir, yönlendirmektedir ama bu yönlendirmeyi yapanlar oldukça eğitimli ve donanımlı kurumlar ve insanlardır. Medyadır, politikacıdır, okuldur, ailedir, hatta “aydın” diye nitelendirilendir bazen.
Pekala, ırkçılık derken nasıl bir ırkçılıktan bahsediyoruz? Sosyal psikoloji literatüründen bazı örnekler verelim:
Tarihsel planda Afrika’dan ABD’ye köle olarak getirilen insanlara karşı yapılan zulüm ve ırkçılık, literatürdeki adıyla ‘anti-black’ (siyaha karşı) zulum, ırkçılığa ait araştırmaların ağırlığını oluşturur. Klasik ırkçılık olarak nitelendirilen bu ırkçılıkta, beyazlar, siyahlara olan kalıplaşmış (stereotyped) anlayışları ile siyahların kırsal, el emeği yapan, modernleş(e)memiş insanlar olduğu kanısına sahiptir (örnek: LeVine ve Campbell [1972], Plous ve Williams [1996]). Klişe, siyahların gelişmemiş, cahil bir topluluk olduğunu dokur zihinlere. Patricia Devine ve Andrew Elliott’un 1995’deki araştırma neticelerine göre de beyazların yüzde 45 gibi önemli bir bölümü, siyahları ‘tembel’ olarak görmektedir. Bir ulus veya topluluk hakkında ‘tembel’, ‘iş var, iş beğenmiyorlar’, ‘oyun oynayıp halay çekerler ancak’ vesaire söylemlerdeki bayağılık, ırkçılığın içşelleştirilmiş halidir ve bu söylemlerde bulunanlar, çoğu zaman ırkçılık yaptıklarının dahi farkında değildirler. Ruh hastası vesaire olmadıkları gibi, beyaz yakalı pozisyonlarda olanları bolcadır.
Günümüzde ise “yeni ırkçılık” diye tabir edilen ırkçılık, neoliberal dönemin, teknolojik gelişmelerin, modernitenin (kimilerine göre post-modernitenin) ürünü bir kurgudur. Kurgu diyorum, çünkü değişseler de özü aynı kalan üretim ilişkilerine göre faşist ve ırkçı kafa, ‘öteki’nin cahil, yetersiz ve donanımsız olduğundan hareketle bu ideolojik maskeyi giymeye teşvik eder, imrendirir. Maskeyi takanlar, maskenin cazibesi ile kendilerini aslında gayet değersiz bulmakta olan efendilerinin otoriteye eklemlediği unsurlar haline gelirler ve tetikçi durumuna terfi ederek(!), kendilerini otoritenin bir bileşeni hatta temsilcisi zannederler. Resmi ya da gayrıresmi (paramiliter vs) köleliğin temelinde, efendiye duyulan arzu ve onunla bütünleşme dürtüsü mevcuttur. Arzular, gerçekte erişilmez olandır; aslında tam da bu yüzden köleler, efendilerine hem ulaşmayı arzuladıkları hem de asla ulaşamayacakları için, ışığın etrafında dönen pervane misali asılı kalırlar köleliklerinde. Velhasıl, ırkçılık ve faşizm, ruh hastalığı olmak bir yana, çeşitli teknolojik gelişmeler ve tekniklerle bezenen, ve gayet akıllı ve bilgili kurum ve kuruluşların yaydıkları ve gerektiğinde ruhsal sağlığı bozulmuş insanlar üzerinden hegemonyayı devam ettirmeyi sağlama amacı güden oldukça bilinçli ve bilgili kurumların eserleridirler. Bu kurumların de facto işlevi, toplumun ahlak yapısını bozmak, ahlaksızca yapılan tavırları cennete giden bir kutsallık olarak empoze etmek ve bu şekilde insanlığa karşı suç işlemektir.
Bu mekanizmaları iyi işlemeden, günümüzdeki ırkçılık ve faşizmin ulus-devlet ideolojisine ait olduğunu ortaya koymadan, ırkçılık ve faşizmin teknolojik gelişmeler ve üretimden ilişkileri ile olan ve dinamik yeniden oluşumlarını belirlemeden ırkçılığı hepimiz lanetlesek de kitlelerin ruh hastası değil, nasıl ahlaksızlıştırıldıklarını ve suç makinesi haline getirildiklerini işlemek doğru olan metoddur.
Irkçılığın ideoloji maskesi epey geniş ölçekli perakende satış mağazalarından temin edilebilir: okullar, çoğu ibadet yerleri, kutsal aile, eğitim(!) kitapları ve daha birçok perakende satış mağazası mevcuttur. Sapolsky, liberallerin çocukları ile ırk üzerine konuşma yapmayı sevmediklerini yazar. Ebeveynin, çocuğa ‘biz herkesi severiz’ dediğini nakleder örneğin. Hepimiz kardeşizdir zaten; evrensel masaldır bu. Pettigrew, 1997’de ABD’deki birçok Güneylinin kendisine bir itirafta bulunduğunu: sözde siyahlara karşı kötü bir duyguları olmadıklarını söyleseler de özde tokalaşmadan kaçındıklarını yazmıştı (Hogg & Vaughan, 2018). Gizli ırkçılık en tehlikeli tür belki de; ölçme çabaları olsa da (örnek: Implicit Association Test – IAT bazlı) içte tutulanın tam ne olduğu, nasıl alev alacağı bilinemez. Gizli ırkçılığın en önemli özellikleri, ırklar (ve uluslar) üzerinde konuşmadan kaçınmak, ırkçılığın var olduğunu reddetmek, önyargılı olabileceğini kabul etmemek, daha çok ihtiyacı olana sağlanacak avantaj ve yardımları reddetmek gibi düşünce ve tavırlarda mevcut olması ve çözümlemesinin daha zor formlar içermesidir. ‘Ne yardıma ihtiyacı varmış Suriyelilerin? Beğenmiyorlarsa gitsinler’ ve bir çok örnek verilebilir bu tür güncel ırkçılığa. Almanya, Avusturya gibi ülkelerde de ırkçı zihin, yabancıların kayırıldığını ve kendisinin dışlandığını düşündürtür kitlelere. Eh tabi, kimisi de Afgan bayraklı mülteciye küfredip, tokat atıp, bir de bunu kaydederek kendini kahraman sayar ve gizli ırkçı formundan kurtulur(!).
Bir nüve halinde, tohum gibi ekilir beyinlere ırkçılık; günü gelince pala kuşanılsın, tetik çekilsin diye. Kimi zaman Alevi öldürmenin Hicaz’a gitmekten daha evla olduğu, kimi zaman küffarın dini yıkmak için Sivas ellerindeki Madımak Oteli’ne geldiği haykırılır. Ders kitaplarında solcu anne ahlaksız bir şeytan, başörtülüler iyi insan olarak sunulur mesela. Günü gelip de gaza çattığında artık hazırdır kıtalar; tohum, zehirli sarmaşığınki kadar bereketlidir! Bu kitleler ruh hastası değil, küçük yaşlardan beri insani ve ahlaki değerleri manipüle edilmiş, ahlaksızlaştırılmış ve gerektiğinde suç işlemeleri için hazır hale getirilmiş düzeneklerdir. Ruh hastası olsalardı daha iyi olabilirdi! Kim bir şizofrenin düzen tarafından yönlendirebileceğini iddia edebilir ki?
Son söz: Adorno, Baumann, haykırıp durdular ırkçılığın, faşizmin olduğu yerde saydığını, saklandığını, geçmişte kalmadığını. Emperyal hayalleri, yüzlerine çarpan gerçekle yerle bir olan devlet ve uluslarda ırkçılık ve faşizm her an patlamaya hazır bir bomba gibidir. Ulus-devletin ve bunların dağıtım kanallarının ürünü olan ırkçılık da ruh hastalığı değildir; utanç verici bir nefret suçu ve büyük bir ahlaksızlıktır. Irkçılık ve faşizmi ruh hastası olarak değil, ahlaksızlık ve insanlığa (ve doğaya) karşı suç olarak ortaya koymak ve yargılamak gerekir.
Selam ve saygı ile.
24 Şubat 2020’de Gazete Karınca’da yayınlanmıştır. https://gazetekarinca.com/2020/02/irkcilik-hastalik-degil-ahlaksizliktir-insanlik-sucudur/