Engels’in Hegel üzerine tespitleri: Felsefe ve Eleştirel Teori bağlantısı

Bu yazı, Engels’in Hegel’deki çığır açıcı özellikleri dile getirmesi ve aynı zamanda Hegel’i eleştirme nedenlerine dair. Yazıda alıntılanan makaleler, 6 Ağustos 1859 ve 20 Ağustos 1859’daki Das Volk dergisinde yayınlanan ve marxists.org sitesinden (https://www.marxists.org/archive/marx/works/1859/critique-pol-economy/appx2.htm) Türkçeleştirilmiş olan bölümlerdir. Meraklısı Sol Yayınları’ndan yayınlanan Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ne Katkı adlı ve orijinal hali ile Marx’ın 1859’da yaptığı çalışmadaki Engels’in yazdığı “Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisi” adlı bölümden her iki makalenin tamamını Türkçe okuması da mümkündür (Sol Yay. 1979 basımı s.29-42).

Yazıda önemli olan noktaların üzerinden geçmekle yetineceğim zira makalelerden alıntıladığım bölümler konu ile doğrudan ilgili olan bölümlerdir. Söz konusu noktaları da maddeler halinde sıralayacağım.

1- Maddi yaşamın üretim tarzının toplumsal, politik ve entelektüel yaşam üzerindeki zorunlu etkisi.

2- Bu zorunlulukların ve gelişmelerin anlaşılması yalnızca ekonomi bilimi için değil tüm tarihsel bilimler için de bir yol olabilmekte. Dikkat edilirse, Engels, “tüm” tarihsel bilimler dedikten sonra, doğa bilimleri alanına girmeyen “tüm” bilim dallarını kastediyor. Adeta sonradan kendi fakültelerine ve alt-fakültelerine ayrılacak olan sosyoloji, psikoloji, antropoloji ve diğer sosyal ve beşeri bilimleri kasteder gibidir. Tüm lafazanlıklar, eskiyi yeni ambalaj ile takdim etme saçmalıkları ötesinde tüm duruluğu ile bir tespit yapıyor.

3- Ancak Hegel’deki bu dönüştürücü özelliği ardılları, taraftarları yerine getiremedi. Günümüzde de hala Hegel ile Marx arasında ayrımı Marx’ı çürütmek için kullanmaktan Hegel’in ne dediğini anlamaktan pek uzak yorumlara uzanan geniş bir spektrum mevcut. Sadık eski tip Hegelciler de lafazanlık yapıp kendilerini felsefeci ya da filozof ilan ediyorlar. Hegel eleştirisi yapıp da aslında onun gibi sadece akılda her şeyi çözen bilgiç kritikçilerin gerçeklik görüngüsü ötesinde Hegel’in belki de en sadık müttefikleri olduklarını da yabana atmamak gerekiyor.

4- Engels, doğa bilimlerinden beslenen ancak ekonomik tahlillerde soyutlama yapan ve meta-para-sermaye gerçeğine ulaşmaktan alıkoyan, metafizikçi olarak tabir ettiği burjuva ekonomistleri ile bunun tam karşısında herşeyi spekülatif yöntemle (düşünce/kurgusal akıl ile) çözmek isteyen Hegelci yöntemlere eleştirel yaklaşıyor. Bunun da sebebi açıktır. Ya metafizik bir biçimde örneğin a) sadece pazardaki meta-para değişimini açıklamak ile yetinen ekonomi anlatımı ile b) pratikte yaşanan sorunların düşünsel çözümünün yeterli olmaması anlamında iki alan da yetersiz kalacaktır. Pratik sorunların çözümü pratik ile olur; felsefe ile değil eleştirel teori ile…

5- Hegelci idealizmin sorunu 4. maddede iyice belirgin hale gelir. İdealizmi Tanrı vs olarak düşünme alışkanlığından kurtulmalıyız; idealizmin en önemli yansımalarından bir tanesi, pratikte kaçınılmaz olarak doğan sorunların ve çelişkilerin spekülatif ve sentetik bir şekilde çözümüdür. Yalnızca düşüncede çözülen sorun pratikte sürmeye devam edecektir. Günümüzde de herkesin her şeye çözüm önerdiği, çözümünü bildiği ama sorunların katmerleşerek büyümesinin arkasında hepimizdeki idealist anlayış mevcuttur bir bakıma. İdealizm kaba tanımından daha geniş bir alana yayılmış durumdadır. Örneğin Bhaskar’ın toplumsal varlık olan insana dair ontolojik açılımında yöneticilere neyi doğru yapmaları gerektiğini söyleme ve onların da bundan pek memnun olmayacağı yazılıdır. Soyut, havada kalan bir tespitten öteye gidememektedir. Eleştirinin teorik zeminden cılız bir pratikte yitip gitmesine dair güzel bir örnektir bu; eğer buna pratik denilebilirse.

Bu pratiğin pratik ile çözümü önermesi o kadar basittir ki, idealist saçmalıklara saplanıp kalmamış herkes için apaçık olmalıdır. Ancak yalnızca teorik alanda değil, pratik alanda da son derece devrimci sonuçlara yol açmaktadır. Aksi takdirde Hegel’in dediği şekilde “hiçbir şeyden hiçbir şeye gelen” bir çözümden ötesine geçmek mümkün değildir. Bugün Marx’ı geliştirdiğini ya da aştığını vesaire iddia edenlerin Hegel’den de geri bir konumda olmaları anlaşılır bir durum olsa gerektir. Eudaimonistik hayalleri ile entelektüel çözüm ve yeniden çözümleri ile her geçen gün dayanılmazlaşan bir hayata karşı yoga direnişi sergilemek de bununla ilgilidir. Günümüzde din ötesinde yoga, yaşam koçluğu, New Age, mindfulness, guruluk gibi kurumların gitgide yükselmesinde yeni bir afyon ihtiyacının belirmiş olması gayet görülebilir ve anlaşılabilir bir durumdur.

6- Hegel’deki ilerici yan, takipçilerinin aksine lafazan cehaletten öte tarihe bakışın önemini ortaya koymasından geçmekte. Engels, her ne kadar mistik, garip bulgular olsa da Hegel’deki bu özün önemini vurgular.

7- Saf akıl ve saf düşünce zırvalıklarının yerine -Engels bu tabirlerle haklı bir biçimde dalga geçer- somuttan, en basitten analize başlamak gerektiğini vurgular Engels. Grundrisse ve Kapital’de Hegel’in Mantık’ına pek uygun bir şekilde hareket eden, kendi deyimi ile onunla cilveleşen Marx’ın, politik ekonomi analizini metadan yani Hegel’deki Belirlenimli Varlık’tan başlatması bundandır. En basit haliyle bir görüngüden yola çıkarak Öz’e yönelir. Meta-Sermaye ile Varlık-Öz uyum halindedir ve Marx Hegel’i ete-kemiğe büründürüp gerçeğin biraz da acımasız yüzüne ulaştırır okuyucusunu.

8- Engels, bu basitten karmaşığa yöntemin, tarihin, diyalektiğin önemini öne çıkaran insanın Marx olduğunu belirtir. Tarihin ise sadece tarih olarak anlanmamasını ve doğa bilimi olmayan bilimler ile bağıntısını çarpıcı biçimde sunar -yukarıda bahsedildiği gibi-.

9- Tarihin düz bir çizgi değil, görünürdeki kopukluklar (sıçramalar), zikzaklar ile oluştuğunu söyler Engels. Marx ve Engels’ten ancak ikincil kaynakları okumak ile haberdar olan ve katmerli yanlışları saçma bir gelenek halinde sürdürenlerin aksine, Engels’in demek istediği bu görüngülerin arkasındaki Öz’e ulaşmak için çaba harcamak gerektiğidir – daha da fazlası mevcuttur Engels’te ama makaleleri ile sınırlandırıyorum kendimi. Hali ile cehaletin devamını yerine getirenlerin aksine Engels sadece zikzak vesaire olduğunu söylemekle kalmaz; aynı zamanda bunların nedenlerinin de görüngülerin ötesine geçecek şekilde araştırılmasını işaret eder. Hegel’in Fenomenolojisi ve özellikle Mantık’ından bihaber olanların onun bunu neden dediğini anlamasını beklemek de yanlış olur.

10- Engels, tarih yasalarından değil tarihin gidişinin sağladığı yasalardan bahseder. Yine bilgisiz entelektüellerin anlamadığı ve bir slogan gibi dile getirdiği hususlardan birisi de Engels’in ne dediğini tam kavramamaktan kaynaklıdır. Marx’ın dediği gibi, sosyal bilimlerde doğa bilimlerindeki gibi laboratuvarda deney yapma şansı yoktur -olsa da hayattaki ile birebir aynı koşullar sağlanamaz-; karmaşık, örtülü, henüz belirmemiş birçok husus vardır görünürün -görüngülerin- ötesinde. Bunlar ortaya çıktıkça, tarih akışı içerisinde, sosyal bilimsel bulgular ve kavramlar da değişecektir, değişmelidir.

11- Engels tam da yukarıda yazdığım şekilde, tarihin ‘sağladığı’ yasaların düzeltilebileceğini söyler – tarihin yasalarının değil. Zira lafazanların fetiş haline getirdikleri kavram, aslında bir anın ifadesidir. Bilgi, bulgu, bilinç geliştikçe kavramın ya içeriği değişir ya da yeni kavram oluşur. Kavram zamana karşı çıkamaz başka bir deyişle. Cesaret gereklidir ama aynı zamanda mazbut olmak da. Yoksa ya dogmatik olunur ya da Amerika yeniden keşfedilir! Felsefenin kavram üretmek olduğunu söyleyenlerin, felsefenin kavramı nasıl ve neden ürettiğini de açıklamaları daha iyi olurdu. Engels’in bahsettiği Marx’ın mantıksal/tarihi tespitlerini David Harvey de güzelce dile getirir. Tarihi anlamda belirginleşmemiş ya da gerçekliği tespit edilmememiş olgularda mantıki açıklamaları yapıla’bilir’. Ancak bunlar elbette değişime tabidir -potansiyel olarak- ve mantıki çıkarımların yanlış olmaması beklenmelidir. Çıkarsa, düzeltilmelidirler. Bunları dile getiren Engels ve Marx’a karşı tarihi bilgiler üzerinden yürütülen ve bu ikisinin mantıki önermelerine temelde ters düşmeyen bilgiler üzerinden hücüm edenler demek ki ya onların yazdıklarını okumamışlardır ya da okudularsa da insan hafızasının uçuculuğuna güvenip kendilerinin çok önemli, muazzam buluşlar yaptıklarına kitleleri inandırmak istemişlerdir. Bir kısmı da bunda epey başarılı olmuşa benzer.

12- Felsefe bu anlamda hem yolculuğuna devam etmelidir hem de eleştirel teori daha da zenginleşmelidir. Pratikte var olan sorunların çözümünün alanı felsefe değil eleştirel toplum teorisi ve pratiğinin alanıdır. Marx’ı sadece bir filozof (ya da sosyolog vs.) olarak sunanların hem Marx’ı anlamadıkları hem de onu kendi dar alanlarına hapsetmeye çalıştıkları aşikardır. Hukuk/felsefe eğitimi sonrası politik ekonomiye kendini adayan Marx’a karşılık ekonomi ile yolculuğuna başlayan ve Budist felsefe ile sonlandıran eudaimonistikler (örnek, başlangıçta bilimsel yöntemi gayet tutarlı olan Bhaskar) arasındaki farkların en önemlilerinden birisi de budur -sözgelimi, Bhaskar’ın son eserlerinde açıktan mistik bir hava ve içine pek de girmediği politik alandan adeta tam bir kopuş mevcuttur; düşüncede her şeyi aşan bir guru muamelesi görmesi tesadüf değildir. Hegel üzerine yorucu, bıktırıcı, sadelikten uzak ve Plato vs. eserinden ötürü en kötü yazım ödülünü(!) kazanmış olmak ile birlikte, Marx’ın Hegel’deki mistik kabuğun içindeki özü çıkarıp kullanmasındaki duruluk ve başarı mevcut değildir. Marx’ı aşma iddiasında olanların en çok başvurduğu yollardan birisi de anlamsız bir adeta entelekt kanıtlama çabasıdır. Marx, eleştirel toplum teorisinin mimarıdır. Felsefe adına yapılan saçmalıkların yerine toplumsal bir bazda geçerli olan bir metodu uygulamıştır. Metodunun sağlamlığı her dediğinin doğru olmasında değil, yanlışlanan önermelerin aynı metod ile düzeltilebilir olmasındadır – bilimsel metod. Eleştirel Teori olarak da tanımlanan Frankfurt Okulu düşünürlerinde, örneğin Marcuse’de bu hususun yani eleştirel teorinin Marx ile başladığının belirtilmiş olması takdire şayandır.

6 Ağustos 1859 – Das Volk

“Toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecinin tümüyle maddi yaşamın üretim tarzı tarafından zorunlu kılındığı”; tarihin akışı içinde ortaya çıkan tüm toplumsal ve siyasal ilişkilerin, tüm dinsel ve hukuksal sistemlerin, tüm kuramsal anlayışların ancak ilgili çağda elde edilen maddi yaşam koşulları anlaşıldığında ve bu maddi koşullara geri dönüldüğünde anlaşılabileceği önermesi, yalnızca ekonomi bilimi için değil, tüm tarihsel bilimler -ve doğa bilimleri olmayan tüm bilim dalları tarihseldir- için de devrimci bir keşifti. “İnsanların varoluşlarını belirleyen bilinçleri değil, bilinçlerini belirleyen toplumsal varoluşlarıdır.”

20 Ağustos 1859 – Das Volk

Hegel’in ölümünden bu yana herhangi bir bilim dalını kendine özgü iç tutarlılığı içinde ortaya koymak için neredeyse hiçbir girişimde bulunulmamıştır.

Bir yanda Hegel’in onu bıraktığı oldukça soyut “spekülatif” biçimiyle Hegelci diyalektik, diğer yanda yeniden moda olan ve burjuva iktisatçılarının da hacimli, abuk sabuk ciltlerini yazmak için kullandıkları sıradan, esas olarak Wolffçu, metafizik yöntem vardı. İkinci yöntem Kant ve özellikle Hegel tarafından teorik olarak yıkılmıştı, öyle ki pratikte kullanılmaya devam edilmesi ancak atalet ve alternatif basit bir yöntemin yokluğu nedeniyle mümkün olabilirdi. Öte yandan Hegelci yöntem, mevcut haliyle oldukça uygulanamazdı. Esasen idealistti ve bu durumda asıl mesele, öncekilerden daha materyalist bir dünya görüşünün geliştirilmesiydi. Hegel’in yöntemi saf düşünceyi hareket noktası olarak alırken, burada başlangıç noktası amansız gerçekler olacaktı. Kendi ifadesine göre, “hiçbir şeyden hiçbir şeye doğru gelen” bir yöntem bu haliyle hiçbir şekilde uygun değildi. Yine de, mevcut mantıksal malzemenin tamamında en azından bir başlangıç noktası olarak hizmet edebilecek tek unsurdu. Eleştiriye maruz kalmamış, yıkılmamıştı; büyük diyalektikçinin muhaliflerinden hiçbiri gururlu yapıda bir gedik açamamıştı. Unutulmuştu çünkü Hegelci okul onu nasıl uygulayacağını bilmiyordu. Bu nedenle, Hegelci yöntemin kapsamlı bir eleştirisini yapmak her şeyden önce elzemdi.

Hegel’in akıl yürütme tarzının altında yatan ve onu diğer tüm filozoflarınkinden ayıran istisnai tarihsel duyguydu. Kullanılan biçim ne kadar soyut ve idealist olursa olsun, Hegel’in fikirlerinin evrimi her zaman evrensel tarihin evrimiyle paralel ilerlemiştir ve ikincisinin aslında yalnızca birincisinin kanıtı olduğu varsayılmıştır. Her ne kadar bu durum gerçek ilişkiyi tersine çevirmiş ve ters yüz etmiş olsa da, özellikle Hegel, takipçilerinin aksine, cehalete dayanmadığı ve tüm zamanların en bilgili düşünürlerinden biri olduğu için, gerçek içerik onun felsefesine her zaman dahil olmuştur. Tarihte bir evrim, içsel bir tutarlılık olduğunu göstermeye çalışan ilk kişi oydu ve onun tarih felsefesindeki bazı şeyler şimdi bize ne kadar tuhaf gelse de hem kendinden öncekilerle hem de ondan sonra genel tarihsel gözlemleri geliştirmeye cesaret edenlerle karşılaştırıldığında, temel kavramın ihtişamı bugün hala takdire şayandır. Bu anıtsal tarih anlayışı Fenomenoloji, Estetik ve Felsefe Tarihi’ne nüfuz eder ve malzeme her yerde tarihsel olarak, soyut çarpıtılmış bir şekilde olsa bile belirli bir tarihsel bağlamda ortaya konur.

Bu çığır açan tarih anlayışı, yeni materyalist bakış açısının doğrudan teorik bir ön koşuluydu ve zaten bu, mantıksal yöntemle de bir bağlantı oluşturuyordu. “Saf akıl yürütme” açısından bile, bu unutulmuş diyalektik bu tür sonuçlara yol açtığına ve dahası eski mantık ve metafiziğin tamamıyla büyük bir kolaylıkla başa çıktığına göre, her halükârda safsata ve saçmalıktan daha fazlasını içermelidir. Ancak tüm resmi felsefenin kaçındığı ve hala kaçınmakta olduğu bu yöntemin eleştirisi küçük bir mesele değildi.

Marx, Hegel mantığından Hegel’in bu alandaki gerçek keşiflerini içeren çekirdeği çıkarma ve diyalektik yöntemi idealist kılıflarından arındırarak, kavramsal evrimin tek doğru biçimi haline geldiği basit formda kurma işini üstlenebilecek tek kişiydi. Marx’ın ekonomi politik eleştirisinin altında yatan yöntemin ortaya çıkarılması, bizce, temel materyalist kavrayıştan daha az önemli bir sonuç değildir.

Yöntemin belirlenmesinden sonra bile, ekonomi eleştirisi hala iki şekilde düzenlenebilirdi- tarihsel ya da mantıksal olarak. Tarihin seyrinde, edebi yansımasında olduğu gibi, evrim büyük ölçüde en basitten daha karmaşık ilişkilere doğru ilerlediğinden, ekonomi politiğin tarihsel gelişimi, eleştirinin hareket noktası olarak alabileceği doğal bir ipucu oluşturur ve daha sonra ekonomik kategoriler mantıksal açıklamada olduğu gibi aynı sırada ortaya çıkar. Bu biçim, gerçek gelişmenin izini sürdüğü için daha anlaşılır olma avantajına sahip gibi görünse de aslında en fazla daha popüler hale gelecektir. Tarih genellikle sıçramalı ve zikzaklı bir çizgide ilerler ve bu çizginin baştan sona takip edilmesi gerekeceğinden, sadece önemsiz miktarda malzemenin dahil edilmesi gerekmeyecek, aynı zamanda düşünce akışının sık sık kesintiye uğraması gerekecekti; dahası, burjuva toplumunun tarihi olmadan ekonominin tarihini yazmak imkânsız olacaktı ve bu nedenle, tüm ön çalışmaların yokluğu nedeniyle görev çok büyük olacaktı. Bu nedenle mantıksal yaklaşım yöntemi tek uygun yöntemdi. Ancak bu aslında tarihsel yöntemden başka bir şey değildir, sadece tarihsel biçimden ve tesadüfi olaylardan arındırılmıştır. Bu tarihin başladığı nokta aynı zamanda düşünce dizisinin de başlangıç noktası olmalıdır ve daha sonraki ilerleyişi sadece tarihsel gidişatın soyut ve teorik olarak tutarlı bir biçimde yansıması olacaktır. Yansıma düzeltilmiş olsa da her bir faktör tam olgunluğuna, klasik biçimine ulaştığı gelişim aşamasında incelenebildiğinden, gerçek tarihsel gidişatın sağladığı yasalara uygun olarak düzeltilir.