Küçükken de hep ezilenden yana -ya da öyle olduğunu düşündüğümden yana- olan birisi oldum. Bilinçli bir tercih değildi bu. Örnek verecek olursam, 5 yaşında hemşeri olmamama ve etrafımda hiç taraftarı olmamasına rağmen Trabzonspor’u tutmaya başladım. Western filmlerinde olacakları bilmeme rağmen Kızılderilileri savundum ve yenildiklerinde sinir küpü oldum. Naif ve çocukluk duyguları içindeki haller idi bunlar.
Sonrası Ahmet Kaya ile tanışma 16 yaşında. Hala severek, hüzünlenerek dinlerim; 30 yıldan fazla geçmesi o sevgiyi pek yıpratmamıştır. Ancak yaş aldıkça Ahmet Kaya’nın siyasi tutumuna eski yakınlıkta bakmamakta olduğumu da farkettim epeydir. Ama eksiklikleri içinde insanı insan olarak görmek esastır.
Saint Joseph’de okur iken biraz da farklılığın ifadesi bir asilik mevcuttu; elde Nazım’ın kitabı, naif bir şekilde okula gittiği için uzaylı görmüş gibi bakanların tepkilerine mazhar olan bir gençlik deneyimi yaşadım kimi zaman. Ve fazlası. Dertli ama bir o kadar da neşeli, umutlu, doygun ve aklın, gerçekliğin zaferine özlem içinde geçti o yıllar.
Sosyal bilimleri severim. Sosyal bilimlerin karmaşık ve girift olduğu temel noktasından yola çıkarım. Ve doğa bilimlerinden farklı bir şekilde işlenmeleri gerektiğinden. Hayatımın ilerleyen yıllarında psikoloji ve işletme yüksek lisansları yapmış olmam bu alanlardaki bilgimi akademik alanlarda ve daha metodolojik olarak geliştirme isteğinden kaynaklandı.
Felsefeyi severim ama bir otorite alanı gibi değerlendirilmesine karşıyım. Felsefeyi ne küçümsemek ne de ona karşı bir tavır almaya gerek var. Bunları felsefede doktora yapan birisi olarak söylüyorum. Felsefe ile diğer bilimsel alanların her zamankinden fazla bir ilişki içinde olması gerektiğine inanıyorum. Diğer yandan bu felsefe sevgimin hüzün ile garip bir ilişkisi ve bütünleşmesi de mevcuttur. Bugün ideolojilere hakim olan donukluğu ve bilimi temel referans olarak şiarı olarak gösteren ideolojilerin dahi dogmatik yanlarını üzüntü ile gözlemlemekteyim ve bu kronik sorun pek de çözümlenmeye yatkın bir halde seyretmiyor. Felsefe doktoramı da sosyal bilimlere olan ilgime benzer nedenlerden ötürü yapmaya karar verdim. Tezimin konusu Sürdürülebilir Finansman üzerine – eleştirel, soyuttan somuta uzanan bir çalışma. Finansı ve sürdürülebilirliğini kendi içkin gelişimleri açıından işlemek odak noktasını oluşturdu.
Hegel, Marx ve Marcuse felsefi anlamda ve bütünsel yaklaşımları ile beni en etkileyen isimler olmuşlardır. Kendi dönemlerinin ileri yanlarını ileriye taşınabilecek bir öz ile sunmuş iki isimdirler. Elbette, dogmatik bir şekilde işlenmeleri, eserlerinin motiflerini pratik ve düşüncenin külliyatlarının içinden çıkarmadan dogmatik bir biçimde adeta ezberlenmeleri ise sıkıcı. Bu anlamda Hegelci, Marksist gibi tanımlamaların dogmatizm ile noktalanabilecek yanları olduğunu belirtmek faydalı olabilir (tüm -ci ve -ist’leri kapsamasa da). Son zamanlarda özellikle eleştirel realizme de ilgi duymaktayım. Eleştirel realizmin bilim felsefesi yüklü olması dışında temel felsefi görüşlerinin ve özellikle dogmatizm karşıtı yanlarının ideolojilere uygulanabileceğini düşünenlerdenim ve özellikle bu yönü ile önemsiyorum. Ancak ontolojisi, politik alandan adeta özenle uzak durması, kurucusunun “vizyoner entelektüellerin kendi partilerini kurması”, zamanla giderek daha mistik bir havaya bürünmesi benim açımdan olumsuz noktaları. Bu şekilde etkilendiğim ve sonra yine kısmen uzaklaştığım isimlere Herbert Marcuse haricinde Frankfurt Okulu düşünürleri, Bakunin, Kropotkin ve Bookchin’i de eklemeliyim – hepsini değerli bulduğumu belirtmek kaydı ile.
Bu sitede temel amacım bazı felsefi konuları alabildiğine anlaşılır bir halde sunabilmek. Ancak felsefe de bilim gibi kendi terminolojisine sahiptir ve tarihsel kökleri çok eskilere dayanır. Konuların bazen karmaşık gelmesi kaçınılmazdır ve bu yükü kendince sırtlanamayanların karmaşıklık karşısında sızlanmadan ziyade sabır göstermeleri doğru olan yoldur. Her ne kadar anlık ve kısa bilgiler çağımızın gerçekleri olsa da bunlarla yetinenler daha çok tüketici konumunda olabilirler; üretemezler. Çok basit bir örnekle: Instagram kullanmak ve fotoğraf yüklemek kolaydır, keza Facebook’ta yazı yazıp fotoğraf paylaşmak kolaydır; ama teknolojik olarak bir Facebook veya Instagram oluşturmak hiç de kolay değildir. Aynı şekilde, bir yazı hakkında hüküm vermek ve acele yorum yapmak kolaydır; ancak yazı yazmanın kendisi pek de kolay değildir… Üretim-tüketim ilişkileri bu alanlarda da kaçınılmaz biçimlerde mevcut. Haliyle anlaşılması için sadece yazanın yazması değil okuyanın da çaba göstermesi gerek. Yoksa okuyan açısından felsefeye gerek yoktur.
İnsanın kendinden bahsetmesi zor. Burada keseyim ‘hakkımda’yı…