Fuhuş, küfür ve post-modernist aydın nihilizmi*

Bu satırların yazıldığı anın başlangıcında 1 Avro 8,61 TL oldu. Avronun aşırıya gittiğini söyleyebilir hatta onun bu anlamda fuhuş yaptığı gibi bir tespitte bulunabiliriz. Açayım biraz.

Geçenlerde dili pek pak(!) Abdurrahman (Dilipak) adlı İslamcı yazar, İstanbul Sözleşmesi’ni savunanların fahişe olduğunu iddia etti. Madem ki İslami ıstılahlardan yola çıktı, kaçmayalım; kendi kulvarında ona yazalım. Deplasmanda oynamak da görevimiz olsun.

Bu halde, fuhuş kelimesini etimolojik olarak inceleyelim. TDK, Arapça’da ‘fuhş’ diye geçen kelimenin iki anlamını veriyor. Birincisi, “İçinde bulunulan toplumun kurallarına uymayan bir biçimde bir veya birkaç kişiyle para karşılığında cinsel ilişkide bulunma” ki bu anlam zaten toplumda kullanılan anlam. İkinci anlam olarak da ‘eskimiş’ anlam diye belirterek “Taşkınlık, aşırı davranış” anlamı olduğu fuhuş kelimesinin. Eskimiş Dilipak da mahkeme vesaire sürecinde ya da o pek bilinen tevil/takiyye usulü ile taşkınlık yapan kadınlara fahişe dediğini söylerse şaşırmayalım. Tıyneti bu olsa gerektir diye düşünüyorum. Bir de bunları büyük bir düşünce, entelektüel kapasite ile yaptığını zannetmesi gülümsetiyor beni ama tıynet bu işte.

Eril zihniyet

Fahiş eril, fahişe dişil halleri olduğuna göre müthiş bir zeka ile taşkınlık yapan kadınlara ‘fahişe’ deniyor işte. Yaptıkları taşkınlık da canlarına kıyıldığı için, şiddetin ve ölümlerin sıradanlaşmasından ötürü kadın haklarını koruma yönünde önemli katkı sunan bir sözleşme için seslerini yükseltmek. Ahlakı eril, zekası eril, tıyneti eril kişi bunu taşkınlık olarak niteler elbet; eskimiş kafası ile eskimiş anlamlara odaklanmak ve devekuşu misali kafayı kumlara görüp gerçeklerden kaçarken konuşmanın düzeyi de bu olur elbet.

Kişiliksizleştirme

Şimdi bu acınası kişinin kullandığı eski anlamdan, yani taşkınlık, ileri gitme anlamından çıkıp fuhuş hakkında yola çıkalım ve vereceğimiz örneklerin eski anlam dışında bir mana taşımadığını belirtelim. Hapishanelerin dolması, akademisyenlerin uzaklaştırılması, kadın cinayetleri, kayyum atamalar, kimliklerinden dolayı insan katletmeler, anlamadan devamlı bağırmalar, nefret suçu işlemeleri nasıl nitelendireceğiz bu halde? İleri sürdüğü ve zeka acizliğini gösteren kelimeyi bunlar hakkında da kullanabilir miyiz örneğin? Kullanan zeki mi olur yoksa tekrar ve tekrar hain mi? İşte bu yüzden yapılan provokatörlüktür, otorite güvenci ile yapılan bir ukalalıktır ve Dilipak bu anlamda fuhuş (yani taşkınlık) yapmıştır. Kendisinin ne yaptığı pek umurumda değil; hatta hiç değil kişisel anlamda da bu tür insanların cinsellik pompalayıcı popülist söylemleri bu ülkedeki ötekileştirmeyi körüklüyor; buna yanarım. Kendi karakteri, tıyneti önemsiz ancak toplumun kişiliksizleştirilmesi, duyarsızlaştırılması konusunda sunduğu katkılar(!) anlamında işlemek gerekti bu fuhuş kelimesini. Özel hayata saygılıyım; bu tarz taşkınlıklarını kamuya açık alanda yapmasın, yeterdi bu.

Allah’a şirk koşmak

Keza küfür kelimesi. Örtmek anlamına geliyor Arapça’da. Kafir de örten anlamına geliyor. Kuran’da gerçeği örten anlamında kullanılır bu minvalde kafir kelimesi. Günümüzde gerçekleri örtenler, halka doğru bilgi aktarmayanlar, bir konuyu bildikleri halde tam aksini konuşanlar, olmuş bir şeyi ya olmamış ya da olandan farklı olmuş şekilde işleyenler; bunların tümüdür kafir olanlar yani kafirler. Hepsi gerçeği örten, insanları manipüle eden, tek tip insan tipi oluşturmayı hedefleyen kişilerdir ve yaptıkları küfürdür. Unutulmamalıdır ki Kuran’ın yazıldığı o dönemde dahi kafirlerden Allah’a (evet, Allah’a) inanan, O’nun yeri ve göğü yarattığını söyleyen ve hatta ibadet edenler dahi vardı. Onlara ortak koşma anlamında müşrik de denirdi (şirket kelimesi de bu şirk kökeninden gelen ortaklık manasındadır mesela) ve müşrikler Allah’a inanmaz değildi. Bilakis inanırlar ama O’na ortak koşarlardı. Günümüzde paraya, mülke tapanların müşrik olması gibi mesela. Evet, deplasmandan kaçmıyorum derken bunları kastettim; ıstılahları, kelime anlamlarını biliyoruz; Ragıb’ın el-Müfredat’ından Kuran terimlerine kadar kaynakları tarayıp manalarını bulabiliyoruz. Bulamadığımız şey açık: bu eleştirisinı yaptığımız anlayışa sahip şahısların pek güzel fantazilerine neden bu kadar sarılabilecek kadar yozlaştıklarıdır olsa olsa.

İğne ve çuvaldız

Geçmişi belki de 1960’lara çekilebilecek bir girdabın içinden hala çıkamadık gibi. Sosyalizmin bin bir türlü çeşidini inceledik; milyonlarca sol tanımı yaptık. Foucault, Deleuze, Lacan ve şimdilerde Zizek’lerle entelektüel kapasitemizi tavana vurdurduk(!) ama bu ‘özne’ devrimini(!) insanlara anlatamadık. Lacan, Hegel vesaire düşmedi dilimizden ama halka kendi dilinde durumu anlatmak gelmedi elimizden. Gelemezdi de zaten. Foucault-Deleuze-Lacan gibi düşünürlerin aslında 1968 yenilgisi sonrası ‘bölünsek de çözülsek de başkaldırdık zamana’ serzenişinin entelektüel anlamda süslenmiş gösterenleri olduğunu yediremedik kendimize. Oysa Foucault ve Deleuze (ve Guattari elbette) ve hatta Derrida, Lyotard gibi aydınlar, bilinenleri anlattılar ve bireysel anlamda bir başkaldırı türü önerdiler. Lacan ise devrimlere dahi karşı çıktı. Hepsinin gayet güzel çalışmaları vardı; örneğin Foucault aslında bir tarihçi idi. Cinsellik ve deliliğin tarihi üzerine gayet güzel eserler çıkardı ortaya. Deleuze ve Guattari ise tipik post-modernist aymazlıklarına rağmen gayet güzel kavramlar ortaya koyabildiler. Örneğin, bayrak-ordu-milletin cinsellik ile nasıl ilgili olduğunu ve Nazilerin toplumun cinselliğini pompaladığını yazdılar. Ancak kopuk kopuk, akılcılığı reddeden bir anlayışla, ‘serbest atış’ gibi yaptılar bunu. Bin Yayla’da biraz açılım beklerken daha da serbest atışlarla birçok konuyu yüzeysel anlamda geçiştirdiler. Keza, Derrida ve eski soldan Lyotard da fantasik yapıbozuculuk ile uğraştılar. Onların da anlam/dil konusunda katkıları oldu ancak Heidegger’i müthiş(!) bir şekilde yorumlayan Derrida bir yandan Marksizme yakın görülürken bir yandan da metafizik anlayışa müthiş değerler kattı(!) Post-modernizmin zeka pırıltıları açıkça görülen düşünürlerinin akli anlayışı reddetmeye varan önermelerinin altında yaşadıkları yenilginin, pozitivizme duyulan tepkinin, SSCB totaliter yapısına karşı bireyi öne çıkaran ruh halinin ve entelektüel kaprislerin büyük izi vardır. Hepsinde de bu yüzden Nietzsche etkisi mevcuttur. Adeta logostan mitosa bir geri dönüş özlemi ve bunun entelektüel bir çaba ile yapıldığı açıkça görülür. Post-modernizmin adeta ilkesiz, eleştirel, bir çığlıktan öteye gitmeyen bir nevi arabesk çözüm olduğunu bu entelektüel çabalar ve sanatsal dil kullanımı perdeleyememektedir çoktandır.

Grupçuklar…

Bizim coğrafyada da durum farklı olmadı; askeri darbeler, işkencelerden geçen toplum, bir de en temel hak olan örgütlenmesinden zorla edilince insanlar (buna ben de dahilim) kendini yeniden ancak aslen mecburen yaratılan küçük yaşam alanlarında, mabedlerde ifade etmeye başladılar. Küçük topluluklar, günlük yaşamda eleştirel olamayanların buluşma saatlerinde dertlerini entelektüel seviyelere göre ifade ettiği yüz binlerce küçük örgüt nüvesi ortaya çıktı. Sosyal medya da bu anlamda imdada yetişti adeta; insanlar birbirlerine yakın olanlar şeklinde grupçuklar ile hasbihal eyleyip sorunlarını paylaştı. Aslında bugün durum post-modernistlerin öngördüğü şekilde bireysel tepkiler ve deşarj mantığıyla gidiyor. Bu da post-modernizmin kapitalizme karşı çıkıyor görüntüsüne ve onca radikal söylemine rağmen omurgasızlığını ve sistem karşıtlarını sisteme entegre eden bir düşünce yapısını temsil ettiğini gösteriyor. Bir sürü sistem karşıtı var artık ama hepsi sistem içinde ve sistemi ciğerlerine kadar yaşıyor.

Kapitalist virüs

Sulandırılmış, milyonlarca tanımı yapılmış kavramlar bir yana: sınıfsız-sömürüsüz bir dünyadır bu kadar lafını ettiğimiz şeyin ve istediğimiz şeyin kısaca ikrarı. Okumak, araştırmak, gelişmek; bunlar olması gereken, harika şeylerdir ancak bu amacı gölgeleme durumunda kalmaları, arabesk bir çığlığa dönmüş olmaları ise gerçeğimizdir. Bu yüzden örgütlenme, bir arada olma, halkların demokrasisi yolunda ilerleme gerekir bizlere. Zor ve meşakkatli ama başka bir çare yok. Birbirimizi beğenmez olmuş haldeyiz; tartışmalarımız sonuca varmak üzerine yapılmıyor ve bu belki de istenmiyor bile. Adeta yenilgi gizli bir şekilde kabullenilmiş halde. Oysa, barış yolunda, barışçı çözümler için barışçı örgütlenme ve entelektüel birikimi o örgütlenme ile paylaşmak esastır.

Küfür, fuhuş yapanlara karşı tutumumuz birbirimiz için, geleceğimiz için, bizden sonrakiler için daha yaşanabilir bir ortam bırakmak olmalıdır. Bunu yapabilmek için entelektüel kapasite var (görüldüğü kadarı ile çok fazla var) ancak bize bulaşan varoluşçu, post-modern, kapitalist virüsten de kurtulmak gerekiyor öncelikle.

7 Ağustos’ta Yeni Yaşam Gazetesi’nde yayınlandı.
http://yeniyasamgazetesi.info/fuhus-kufur-ve-post-modernist-aydin-nihilizmi/