Hegel’de felsefenin başlangıcı

Hegel’in Mantık’ının başlangıcında bir hata olduğunu bildiren isimler arasında Engels, Kierkegaard, Adorno, Gadamer gibi pek tanınmış isimler de mevcut.

Varlık iki türlüdür Hegel’de:

a) Belirlenimsiz Varlık
b) Belirlenimli Varlık.

Belirlenimsiz Varlık tanımlanamaz. Yapılan her tanım onu belirlemeye yöneliktir ve onu Saf Varlık niteliğinden alıkoyar. Tanım nitelik atfetme olduğu için bu arılık/saflık ile ters düşer; bir anlamda hem beyhude bir çabadır hem de saflığı sakatlar. Saf, belirlenimsiz olan Varlık tanımlanamaz olduğu için aynı zamanda ‘yok’ hükmündedir de. Haliyle ne Belirlenimsiz Varlık ne de Belirlenimsiz Yokluk üzerine tanımlama yapılabilir.

Peki Belirlenimli Varlık’a nasıl geçilir? Oluş ile… Belirlenimli Varlık, Belirlenimsiz Varlık ve Belirlenimsiz Yokluk’tan Oluş (İngilizce “Becoming”) ile meydana gelir ve Belirlenimli Varlık ortaya çıkar.

Karmaşık ve literatürdeki yorumlardan da görülebileceği gibi aklı zorlayan, düşünceyi kavramlaştırmada ve yapılan kavramlarda muğlaklık içeren bir başlangıç noktası seçmiştir Hegel gerçekten de. Tamamıyla soyut bir yerden başlatmak ister Mantık’ı. Neden düşüncenin kendisi gibi belirli bir şeyden yola çıkmamıştır? Buna verilen cevaplar çok çeşitli olmak ile birlikte eleştirenlerinin kimilerinin de dile getirdiği bir biçimde, Hegel soyut olanı başlangıç noktası seçmiştir. Zira somut olan kendisi içinde çelişki barındırır. Oysa mantıkta Hegel’in önemli bir kuralı vardır: mantık kendi içkinliğinde gelişmelidir ve ona dışarıdan müdahale edilmemelidir. Bu anlamda Tinin Fenomenolojisi ile ters bir durum oluşturur zira bu içkinlik mantıksal kategorilerin belirlenmesinde esastır (Fenomenoloji’deki bilincin ve özbilincin değil). Satır arası olarak, Marx’ın da Grundrisse’sinde ve Kapital’inde Hegel’in bu içkinlik yöntemini uyguladığını ve meta-sermaye sürecinde bu içkinlik ilkesini esas aldığını ifade etmek isterim.

Yine de Belirlenimsiz Yokluk’un içinde yitip giden bir Belirlenimsiz Varlık’ın anlaşılması zordur. Örneğin Gadamer, Hegel’de gerçek başlangıcın Oluş ile başladığını söyler. Dediğini anlamak mümkün: Oluş ile Belirlenimli Varlık ortaya çıktığı için Hegel felsefesinin belki de en önemli unsuru olumsuzlama süreci aşina olunan şekilde devam eder. Oysa Belirlenimsiz Varlık’ın Belirlenimsiz Yokluk’ta erimesi pek alışık bir durum değildir (hem aynı nitelikte hem de farklı olmalarına rağmen). Gadamer ise bunun başlangıç noktasının çökmesi anlamına geldiğini söyleyip Adorno ile buluşur eleştirisinde.

Oysa Hegel’in felsefesinin başladığı yerde bitmesi onun bittiği yerde başlaması anlamına da gelir. Bu benim en sağlıklı bulduğum tespit ve yorumdur.

Şu iki nokta önemlidir:

a) Mantık önvarsayımsız olmalıdır
b) Nereden başlanacağı konusunda Saf Varlık en iyi zemindir zira Mutlak Bilme’yi -tanımlama ve niteliklerinden arındırarak ve soyutlayarak- başlangıca getirebilecek bir özellik arzeder.

Bu şekilde Mutlak Bilgi’yi başlangıca uygun bir biçimde, bir önvarsayım olmadan koyan Hegel, Mutlak Bilgi’yi Belirlenimsiz Varlık haline getirirken bu soyutlama ile başlangıç-bitişi aynı noktada buluşturmuş olur. Haliyle hem mantık tamamen soyutlanan bir yerden yola çıkmış hem de bu soyutlama önvarsayımsızlık haline kavuşturulmuştur. Bu konuda David Gray Carlson’un ifadesi hem tercih ettiğim hem de pek güzel olan bir ifadedir: Hegel’in Mantık’ı, Gadamer’in dediğinin tersine, başlangıç noktası çöktüğü(!) için başarılı olmuştur.

Bu sentetik olarak ifade edebileceğim ve soyutlanmış başlangıc noktası geçilip Belirli Varlık’a ve onun Nitelik, Nicelik, Ölçü gibi alt-kategorilerine geçtikten sonra daha akıcı bir biçimde izlenir Mantık. Tamamen soyut ve üzerine tanımlama yapılamaz olması nedeni ile Oluş konusu makul bir biçimde değerlendirildiğinde muğlaklığını korumakta olsa da Hegel’in düşüncenin kendisinden başlatmamak için bu yönteme başvurduğu ortada gibidir.