Raya Dunayevskaya’dan: Hegel’in FELSEFİ BİLİMLER ANSİKLOPEDİSİ – MANTIK Üzerine Notlar – 1

Not (CK): Raya Dunayevskaya’nın Hegel’in KÜÇÜK MANTIK’ı üzerine 1961 tarihli notları.
Çeviri: Cengizhan Kaptan

Notlarda BÜYÜK MANTIK’ta yer almayan “Nesnelliğe Karşı Düşüncenin Üç Tutumu” üzerine bir bölüm de mevcut. Kantçılık ve Ampirizmin yanında romantizm ve sezgiciliğin de eleştirisini yapar Hegel.

Bu yazının orijinali THE RAYA DUNAYEVSKAYA COLLECTION, 2834-2842’de bulunabilir.

——————————————————————————–

Bölüm Bir: Giriş

Bu kitap KÜÇÜK MANTIK olarak bilinir ve Hegel’in MANTIK BİLİMİ’nin kendi özeti olduğu ve ikinci kitaptan okunması çok daha kolay olduğu için, içeriğini özetlemekte çok kısa davranacağım ve neredeyse sadece büyük MANTIK’ta olanların yeniden aktarımı olmayan, yeni olan bölümlere odaklanacağım.

Yeni olan ilk şey hem kolay üslup hem de Giriş’te ele alınan farklı konulardır. Üslubun basitliği elbette aldatıcıdır, çünkü daha kapsamlı bir üslup kadar derin bir teori içermektedir ve kişinin tüm sonuçlarını görmese bile bir şeyi anladığını düşünmesine yol açabilir.

Örneğin, ¶2 felsefeyi “ŞEYLERİ DÜŞÜNME GÖRÜŞÜ… düşünmenin bilgiye, rasyonel ve kapsamlı bilgiye dönüştüğü bir tarz” olarak tanımlamaktadır. Ancak okuyucu bu durumda felsefenin sağduyudan başka bir şey olmadığını düşünürse, basit üslubun kurbanı olacaktır. Aslında 18 paragraftan oluşan bu çok basit giriş, felsefenin dinle ilk temasından Kantçı devrime, Hegelci diyalektiğe ve daha da ötesi düşüncenin nesnel dünyayla olan tüm ilişkisine kadar gelişiminin izini sürmenin nihai noktasıdır.

Bu nedenle, fikir ve gerçekliği birbirinden ayırmaya yönelik “ayrılıkçı eğilim” hakkındaki paha biçilmez formülasyona bakın:

Fikir ve gerçeklik arasındaki bu ayrılık, özellikle analitik anlayışın en sevdiği araçtır. Yine de garip bir şekilde bu ayrılıkçı eğilimin aksine, kendi hayalleri, yarı gerçek olsalar da, anlayışa doğru ve gerçek bir şey gibi görünür; siyaset alanında reçete yazmaktan özel bir zevk aldığı zorunlu ‘gereklilik’ ile gurur duyar. Sanki dünya nasıl olması gerektiğini öğrenmek için onu beklemiş de öyle olmamış gibi!” (¶6)

Aynı paragraf materyalizmin idealizmle olan en derin ilişkisini ifade etmektedir. Eğer MARXİZM VE ÖZGÜRLÜK’te Lenin’in düşüncesindeki kırılmayı anlatan bölümü hatırlayacak olursanız, ki bu kırılma ideal olanın gerçek olanla yeni bir ilişkisine dayanıyordu, o zaman bu basit ifade, bunu söyleyenin bir idealist olduğunu düşündüğünüzde derinden sarsıcı olacaktır: “İdea, fiilen var olmaksızın yalnızca var olma hakkına ya da yükümlülüğüne sahip olacak kadar zayıf değildir.

O halde edimsellik (aktüalite), Hegel’in düşünce için olduğu kadar dünya ve kurumları için de hareket noktasıdır. Hegel söz konusu olduğunda, düşünceye karşı tüm tutumu deneyimle aynıdır, çünkü deneyimde, der Hegel, “herhangi bir olguyu kabul etmek ve ona inanmak için onunla temas halinde olmamız gerektiği şeklindeki tarif edilemez derecede önemli gerçek yatar” (¶7). Bütün mesele felsefenin ampirik bilimlerden doğmuş olmasıdır ve aslında ampirik bilimlerin kendileri, eğer onlardan yasalar, genel önermeler, bir teori çıkmasaydı daha fazla ilerleyemezdi ve bu da ampirik olguları ileriye iterdi.

MARXİZM VE ÖZGÜRLÜK’te entelektüeller arasında büyük tartışmalara yol açan şu cümleyi Hegel’den “çaldığımı” görünce şaşıracaksınız: düşüncede, hatta bir dâhinin düşüncesinde bile, daha önce sıradan insanın eyleminde bulunmayan hiçbir şey yoktur. Hegel’in bunu ifade etme biçimi, “düşüncede duyu ve deneyimde bulunmayan hiçbir şey yoktur” doğruyken, bunun tersinin de aynı derecede doğru olduğunu söylemekti (¶8).

O halde, felsefeyle ampirizme karşı çıkmasının nedeni ampirik olan olmadan da yapabileceğimiz için değil, bu [ampirik – CK] bilimlerin kendilerinde ve kendiliklerinde bir Evrenselden (¶1) yoksun olmaları, belirsiz olmaları ve bu nedenle de Tikel ile açıkça (¶9) ilişkili olmamalarıdır: “Her ikisi de [tikel ve evrensel – CK] birbirine dışsal ve rastlantısaldır ve bir araya getirilen tikel olgular için de durum aynıdır: Her biri diğerine dışsal ve rastlantısaldır.” Ve (¶2) başlangıçlar çıkarsanmaz, yani bunu yapmak için bir GEREKLİLİK olmaksızın herhangi bir yerden başlarsınız. Elbette, der Hegel, “bilmeden önce bilmeye çalışmak, Scholasticus’un yüzmeyi öğrenmeden suya girmeme yönündeki bilgece kararı kadar saçmadır” (¶10). Ancak, herhangi bir ileri hareket için ampirik olandan eleştirel olana, oradan da spekülatif felsefeye geçilmelidir.

Hegel yalnızca ampirik ve tarihsel olmakla kalmaz (“Felsefede zamanın en son doğuşu, kendisinden önce gelen tüm sistemlerin sonucudur ve onların ilkelerini içermelidir” (¶13). Ancak genellemelerle Hakikatten (büyük H ile) bahsedilemeyeceği konusunda ısrar eder: “Çünkü hakikat somuttur; yani bir ilke ve birlik bağı verirken, aynı zamanda içsel bir gelişim çeşitliliğine de sahiptir” (¶14). Aslında Hegel, felsefenin hakikatlerinin “karşılıklı bağımlılıkları ve organik birlikleri dışında DEĞERSİZ olduklarını ve bu durumda temelsiz hipotezler veya kişisel kanaatler olarak ele alınmaları gerektiğini” söylemekten asla bıkmaz.

İkinci Bölüm: Ön Kavram

Eğer birisi ondan MANTIK BİLİMİ’ni yazdığı sırada Kavram hakkındaki fikrinin ne olduğunu ön bir şekilde belirtmesini isteseydi, bunun Hegel’in karşı çıkacağı ve sonuna kadar beklemenizi söyleyeceği bir şey olduğunu fark edeceksiniz. Aslında Marx da KAPİTAL’de genel mutlak yasalara geçmeden önce somut meta ile başlamanız gerektiğinde ısrar ettiğinde aynı şeyi söylemişti.

Ancak Hegel, bu ANSİKLOPEDİ’de size ileride ne olacağının bir önizlemesini vermektedir. Bunların bir kısmı yazılı derslerini verirken yaptığı doğaçlama açıklamalar şeklindedir (normal metinden daha küçük puntolarla yazılmış olan paragrafların tamamı Hegel tarafından KONUŞULMUŞ ve “öğrencileri” tarafından not alınmıştır). Yunan filozoflarının nasıl eski dinin karşıtları haline geldiklerini anlamanız için düşünce ve gerçeklik arasındaki bağlantıyı sadece genel olarak değil, özel olarak da gösterir: “Filozoflar, ayrılmaz iki şey olan din ve devleti yıkan devrimciler olarak sürgün edildiler ya da öldürüldüler. Kısacası düşünce, kendisini gerçek dünyada bir güç haline getirdi…” (¶19). Burada elbette Sokrates’in idamına atıfta bulunulmaktadır.

İlginçtir ki, Hegel sadece Tarih’e değil, düşünmeye giden basit enerjiye dahi kök salmıştır: “Düşünceyi öznel bir enerji olarak bile incelemek önemsiz değildir” (¶20). Daha sonra Aristoteles’ten Kant’a kadar düşüncenin gelişimini izlemeye devam eder, elbette en yüksek yeri Aristoteles alır: “Aristoteles zihni bu eylemin haysiyetine yükselmeye çağırdığında, aradığı haysiyet, tüm bireysel görüşlerimizi ve önyargılarımızı bir kenara bırakarak ve gerçeğin egemenliğine boyun eğerek kazanılır” (¶23).

Özgürlüğün düşünceyle ve genel olarak MANTIĞIN çeşitli parçalarıyla iyi bir ilişkisini [Hegel şöyle dediğinde] elde ederiz: “Özgürlük için kendimiz olmayan başka bir şeyin varlığını hissetmememiz gerekir” (¶24). MANTIĞI, DOĞA FELSEFESİ ve TİN FELSEFESİ ile bir kıyas olarak ilişkilendirir: “Kıyas (tasım – syllogistic) formu her şeyin evrensel formudur. Var olan her şey tikeldir, tümel ve tekilin yakın bir birleşimidir.” “Örneğin kıyası (eski biçimsel mantıkta anlaşıldığı şekliyle değil, gerçek değeriyle) ele alırsak, onun her tikel şeyin Tümel ve tekilin uç noktalarını bir araya getiren bir orta terim olduğu yasasını ifade ettiğini görürüz.

MANTIK, “tüm bilimlerin canlandırıcı ruhu” olarak adlandırdığı şey olsa da, şu anda ilgilendiği bireysel kategoriler değil, Mutlak’tır: “Mutlak daha ziyade her zaman mevcut olandır, düşünebildiğimiz sürece, açık bir bilince sahip olmasak da her zaman yanımızda taşımak ve her zaman kullanmak zorunda olduğumuz mevcut olandır. Dil bu tür düşüncelerin ana deposudur” (¶24).

Kendisi çok dindar bir adam olmasına rağmen felsefenin dinin etkisinde kalmasına izin vermez, ancak tekrar tekrar ısrar eder: “akıl salt içgüdü değildir: aksine, esasen muhakeme ve tefekkür eğilimini içerir.” İnsanın Düşüşü ve Cennet’ten kovulduğundan beri alnının teriyle çalışmak zorunda olduğu gerçeği hakkında çok dikkat çekici bir açıklaması vardır: “Çalışmaya değinirken, onun ayrılığın bir sonucu olduğu kadar, aynı zamanda ona karşı kazanılmış bir zafer olduğunu da belirtmeliyiz.” (Paragrafın geri kalanının Marx’a ne kadar çok benzediğine dikkat edin). “Hayvanların, isteklerini tatmin etmek için gerekli malzemeleri toplamaktan başka yapacak bir şeyleri yoktur; insan ise tam tersine, isteklerini ancak gerekli araçları dönüştürerek ve adeta yaratarak tatmin edebilir. Böylece insan bu dışsal şeylerde bile kendisiyle uğraşır.

Bu bölümün son paragrafı (¶25) nesnel düşünceyi ele alır ve bu konuyu gerçekten ele almak için bütün bir bölümün gerekli olduğuna karar verir ve aslında sonraki üç bölüm nesnelliğe yönelik üç tutuma ayrılmıştır.

CK: Devam edecek…