Raya Dunayevskaya’dan: Hegel’in FELSEFİ BİLİMLER ANSİKLOPEDİSİ – MANTIK Üzerine Notlar – 3 (SON BÖLÜM)

Bölüm III – VARLIK, ÖZ, KAVRAM ÖĞRETİLERİ

Yedinci Bölüm: Mantığın İlk Alt Bölümü” “Varlık Öğretisi”

Nitelik, Nicelik, Ölçü kategorilerine ya da Varlık, Hiçlik ve Oluş meselesine girmeyeceğim. Bunun yerine burada yapacağım tek şey, [Hegel’in] düşüncesinin özgünlüğü hakkında bir fikir edinmeniz ve onun soyutlamalarının hiç de soyutlama olmadığını fark etmeniz için felsefe tarihinden örneklere işaret etmek olacaktır. Örneğin, Nitelik bölümünden iki şey kendi adına konuşacaktır:

Felsefe tarihinde Mantıksal İdea’nın farklı aşamaları, her biri Mutlak’ın belirli bir tanımına dayanan birbirini izleyen sistemler şeklini alır. Mantıksal İdea’nın soyuttan somuta doğru bir süreç içinde kendini açtığı görüldüğünden, felsefe tarihinde en eski sistemler en soyut olanlardır ve bu nedenle aynı zamanda içlerinde en az şeyi barındırırlar. Daha önceki felsefe sistemlerinin daha sonraki felsefe sistemleriyle olan ilişkisi de daha öncekilerin mantıksal İdeanın daha sonraki aşamalarıyla olan ilişkisine çok benzer; başka bir deyişle, öncekiler sonrakilerde korunur, ancak ikincil ve işlevsel bir konumda. Felsefe tarihinde çok yanlış anlaşılan bir olgunun gerçek anlamı budur – bir sistemin bir diğeri tarafından, bir öncekinin bir sonraki tarafından çürütülmesi (¶86)….”Görüş, her zamanki düşünce eksikliğiyle, belirli şeylerin baştan sona pozitif olduğuna inanır ve onları Varlık biçimi altında hızlı bir şekilde korur. Ancak salt Varlık meselenin sonu değildir” (¶91).

Küçük puntolarla yazılmış bölümlerin Hegel’in sözlü olarak alıntıladığı bölümler olduğunu hatırlayın ve böylece, örneğin “Kendi-için-Varlık” gibi bir şeyden söz ettiğinde boş yüzlerle bakan dinleyicilerine verdiği tepkiye dair bir fikir edinmiş olursunuz. Şimdi de aşağıdakileri okuyun:

Atom felsefesi İdea’nın tarihsel gelişiminde hayati bir aşama oluşturur. Bu sistemin ilkesi Çokluk şeklindeki Kendi-için-Varlık olarak tanımlanabilir. Şu anda, metafizikten kaçınmak isteyen doğa öğrencileri Atomizm’e olumlu bakmaktadır. Ancak kendimizi Atomizmin kollarına atarak metafizikten kaçmak ve doğanın izini düşünce terimlerine kadar sürmekten vazgeçmek mümkün değildir. Atomun kendisi aslında bir düşüncedir; dolayısıyla maddenin atomlardan oluştuğunu savunan teori metafiziksel bir teoridir. Newton fiziğe metafizikten sakınması için açık bir uyarıda bulunmuştur, bu doğrudur; ancak onuruna söylenecek olursa, kendi uyarısına hiçbir şekilde uymamıştır. Yalnızca salt fizikçiler hayvanlardır: onlar düşünmezler: oysa insan düşünen bir varlıktır ve doğuştan metafizikçidir.

(Gerisini “kendiniz okuyun”- kaçırılmayacak kadar önemli ¶98.)

Sekizinci Bölüm: Mantığın İkinci Alt Bölümü “Öz Öğretisi”

Burada yine, Büyük MANTIK’ı özetlerken ele aldığım ve burada okuması nispeten daha kolay olan Özdeşlik, Farklılık, Çelişki vb. kategorilere girmeyeceğim. Beni ilgilendiren ise örnekler ve arada bir de “Felsefenin amacı kayıtsızlığı ortadan kaldırmak ve şeylerin gerekliliğini öğrenmektir” (¶119) gibi kolay tanımlar. Bu yüzden, ardından gelen genellemeye her zaman ekstra bir ışık tutan tarihsel temele geri dönüyoruz:

“Sofistler, Yunanlıların ahlak ve din konularında salt otorite ve gelenekten hoşnut olmamaya başladıkları ve olguların toplamının düşüncenin müdahalesi ve eylemine bağlı olduğunu görmenin ne kadar gerekli olduğunu hissettikleri bir zamanda ortaya çıktılar…..Sofistliğin öğretilen şeyle hiçbir ilgisi yoktur: -bu (öğretilen) her zaman doğru olabilir (doğru olarak gösterilebilir). Safsatacılık, savunma için olduğu kadar saldırı için de kullanılabilir olan gerekçelerle öğretme formel durumunda gizlidir” (¶121).

Bu bölümün “Gerçeklik” başlıklı son kısmının tamamının çalışılmasını tavsiye ediyorum. Bu sadece bir içerik meselesi ya da edimselliğin düşünceyle ilişkisi ve tersi konusundaki derin ısrarı değildir (“Fikir edimsel olduğu kadar mutlak olarak etkindir de“) (¶142). Hegel elbette bunu asla söylemese de, her bilim, felsefe ve hatta sınıf mücadelesi içinde özgürlüğe doğru bir harekettir; yine de [kişi] zorunluluğun gerçekliğinden ve Hegel’in burada yazdığı 24 paragraftan daha kısa bir biçimde özetlenmesi imkansız olan gerçek dünya çelişkilerinin içinden geçmelidir (¶142-159).

Zorunluluk üzerine olan ve şöyle biten bölümden sık sık alıntı yaptığımı duymuşsunuzdur: “Bir insan özgür olduğunun bilincinde olduğu sürece, ruhunun uyumu ve zihninin huzuru nahoş olaylar tarafından bozulmayacaktır. Bu nedenle, insanın hoşnutluğunun ve hoşnutsuzluğunun kökeninde yatan ve bu şekilde kaderlerini belirleyen şey, onların Zorunluluk hakkındaki görüşleridir” (¶147). Şimdi gidin ve o sayfaları inceleyin.

Dokuzuncu Bölüm: Mantığın Üçüncü Alt Bölümü “Kavram Öğretisi”

MANTIK’ın bu son bölümü çağımız için en geçerli olan felsefi çerçevedir. “Kavram, kendi varlığının meyvesini veren Öz’ün gücüdür ve bu nedenle özgür olandır” dediği en başından itibaren, bir yandan şu andan itibaren kendi başınıza olduğunuzu ve onun içeriğini materyalist, tarihsel bir “çeviri” yoluyla sürekli olarak derinleştirmeniz gerektiğini bilirsiniz. Öte yandan, onun sağlam temeli üzerinde durmadığınız sürece bunu yapamayacağınızı da bilirsiniz: “Kısacası Kavram, içinde daha önceki tüm Düşünce kategorilerinin birleştiği şeydir. O kesinlikle bir biçimdir, ama sonsuz ve yaratıcı bir biçimdir; içerdiği her şeyi kapsar ama aynı zamanda kendisinden salıverir” (¶160).

Olga’ya [Domanski] Evrensel, Tikel ve Bireysel üzerine yazdığım mektubu okumanızı ve ardından bu kategoriler üzerine Hegel’i okumanızı istiyorum, böylece onun tininin ne kadar azını aktarabildiğimi ve kendi tanımlarının ne kadar değişken olduğunu göreceksiniz. Örneğin şöyle der: “Bireysel ve Edimsel aynı şeydir…. Evrensel gerçek ve kapsamlı anlamıyla insanın bilincine girmeden önce binlerce yıl geçmesi gereken düşüncelerden biridir” (¶163). Sadece bu “binlerce yıl” ifadesi üzerinde düşünün.

Bu kategoriler -“Evrensel, Tikel ve Bireysel”- önce Kavram [Öğretisi]’nde kavram olarak tanımlanırlar, sonra Yargı’ya, oradan Kıyas’a ve böylelikle sona kadar giderler ve her birinde farklıdırlar; onları tanımsal bir forma sokmaya çalışırsanız gerçekten boynunuzu kırabilirsiniz. Onlar bir çit içine alınamazlar. Hegel’in kendisinin, örneğin “sıradan mantıkta” sözde temel teoriyi sonuçlandırdığı varsayılan ve ardından size Bölüm I’de öğrendiklerinizi nasıl uygulayacağınızı göstermesi gereken bir yöntem öğretisi tarafından takip edilen kıyasın bu çitle çevrilmesi üzerine söyleyecek bir şeyleri vardır:

Düşüncenin yalnızca öznel ve biçimsel bir faaliyet olduğuna inanır; Düşüncenin karşısına çıkan nesnel olguyu ise kalıcı ve kendi kendine var olan olarak kabul eder, ancak bu ikilik yarı gerçektir… Diyalektik olarak kendi engelini aşan ve kıyas yoluyla kendisini nesnelliğe doğru geliştiren şeyin öznelliğin kendisi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır” (¶192).

(Dikkatinizi çekmek isterim ki, [C.L.R. James’in] Troçkizme dönüşümüzü gerekçelendirirken çok kötü bir şekilde kötüye kullandığı ¶212’deki son cümledir. Alıntının kendisinin hatadan gerekli bir dinamik olarak bahsettiğine, oysa James’in hatadan dinamikmiş gibi bahsettiğine dikkat edin: “Hata ya da diğer-varlık, ORTAYA ÇIKARILDIĞINDA VE ÖZÜMSENDİĞİNDE, hakikatin gerekli bir dinamik unsurudur: çünkü hakikat ancak kendisini kendi sonucu haline getirdiği yerde olabilir.” (Altı çizili ifadenin altını James’in atladığını vurgulamak için ben çizdim). (5)

Mutlak İdea ile ilgili son bölüm son derece kısaltılmıştır ve hiçbir şekilde size MANTIK BİLİMİ’ne giren her şeyi vermez, ancak çok dikkatli okursanız size Büyük MANTIK’taki çalışmasını tanıtmaya hizmet edecektir. Ondan sadece üç düşünceyi alıntılayacağım:

Mutlak İdea, her şeyden önce, teorik ve pratik ideanın birliğidir ve bu nedenle aynı zamanda yaşamın idrak ideasıyla birliğidir…. Yaşamın kusuru, yalnızca kendinde ya da doğal olarak idea olmasında yatar: oysa idrak eşit derecede tek taraflı bir şekilde, yalnızca bilinçli idea ya da kendisi için ideadır, Birlik… (¶236). Mutlak idea hakkında anlamsız bir sürü laf kalabalığı yapmak kesinlikle mümkündür, ama onun gerçek içeriği yalnızca şimdiye kadar gelişimini incelediğimiz sistemin bütünüdür” (¶237).

Felsefi düşünceye ulaşmak için kişinin kendi görüşünün bitmek tükenmek bilmeyen öneminden kaçınacak kadar güçlü olması gerektiği ifadesine bayılıyorum:

Felsefi yöntem sentetik olduğu kadar analitiktir de… ancak bunun için kendi hayallerimizin ve görüşlerimizin sürekli küstahlığından uzak durma çabası gereklidir” (¶238).

Küçük MANTIK’taki tüm kitabın son cümlesi Lenin’i o kadar memnun etmiştir ki, “paragrafın geri kalanının” önemli olmadığını belirterek sanki MANTIK BİLİMİ [orada] sona ermiş gibi yazmıştır. Mutlak İdea üzerine 1953 mektuplarımın tüm gerekçesi, Büyük MANTIK’taki paragrafın geri kalanında yatmaktadır. Lenin’in materyalizme el uzattığı için sevdiği cümle şudur: “Varlıkla başladık, soyut varlıkla: şimdi bulunduğumuz yerde Varlık olarak İdea’ya da sahibiz: ama Varlığa sahip olan bu idea Doğa’dır.” Bu, yazılı son cümleyi takip eden sözlü açıklamadır:

Ama fikir (İdea) mutlak olarak özgürdür; ve onun özgürlüğü, yalnızca yaşamın içine geçmediği ya da sonlu bilişin yaşamın onda görünmesine izin verdiği anlamına gelmez, ama kendi mutlak hakikati içinde, tikelliğinin unsurunun ya da ilk nitelendirmenin ve öteki-varlığın, dolaysız fikrin, onun yansıması olarak, Doğa olarak kendisinden özgürce çıkmasına izin vermeye karar verir” (¶244).