Şerh: Tinin Fenomenolojisi – Bilinç (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi 3. Bölüm: Tin Felsefesi)

Cengizhan Kaptan – 29.10.2023

Giriş

Bu kısa şerh çalışması Hegel’in Temel Hatlarıyla Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin (‘Ansiklopedi’) 3. Bölüm’ü olan ‘Tinin Felsefesi’ adlı çalışmasındaki “Tinin Fenomenolojisi. Bilinç” adlı bölüm üzerinedir. Haliyle Hegel’in başyapıtlarından sayılan ve en çok bilinip okunan Tinin Fenomenolojisi adlı çalışmasından ayrıdır.

Bu kısa çalışmadaki amacım Hegel’in sisteminde fenomenolojinin bilinç kapsamında nasıl işlendiğine dair temel bir bilgi sunmaktır. Okurun fark edeceği üzere, Hegel fenomenolojiye bilincin aşamaları kapsamında yaklaşmaktadır ve görünümlerin (fenomenlerin ya da görüngülerin) edimsellik ile olan ilişkiselliğinin hangi aşamalardan geçtiğini ortaya koymaktadır. Dolaysız duyu kesinliğinden duyu algısı, farkındalığı, bilinç ve özbilinç gelişimleri tinin kendini gerçekleştirme diyalektiğinde uğrak alanlarıdır ve görünümlerden oluşmaktadır. Hegel’in fenomen olarak tanımladığı bu görünümlerin hepsinin gerçek zannedildiği ancak bu görünürdeki kesinlik ve gerçekliklerin sonlu, eriyip giden fenomenler olduklarını ve ancak kendisine dönen tin üzerinden bu hakikatin kavranabileceğini akılda tutmak elzemdir.

Hegel’in anlatımları ve tanımlamalarında kesin bir bilgi olarak verdiği zannedilen uğrakların aslında görünümleri tanımlamaları ve bir sonraki aşamaya yönelik oldukları kavrandıkça Hegel’in anlaşılması da daha kolay hale gelecektir. Sadece kolay hale gelmesinden öte, kişinin kendi deneyimleri ve aklı ile bu aşamalar üzerine düşünmesini de sağlayacaktır. Ek olarak, ünlü Efendi-köle ya da diğer adıyla tanınma diyalektiği de bu aşama ve süreçlerden birisi…

Çalışmayı yapmamın çeşitli nedenleri mevcut. Öncelikle Hegel’in Ansiklopedisi’nin Türkçe okuyan okura fazla ulaştırılmadığını gözlemlemiş olmam. İkinci bir neden de fenomenolojinin Hegel’in sisteminde ait olduğu yere dair müphemliğin üzerindeki sis perdesini biraz da olsa aralama isteği. Ve bir başka ve belki de en önemli istek de Hegel’in daha iyi anlaşılabilmesi -karşıt olunması ya da savunulması anlamında değil; karşıt olunan ya da savunulan hususların en azından çok daha sağlam bir bilgiye dayanmalarına dair bir istek.

Ansiklopedi’deki Tinin Fenomenolojisi’ne daha yakından bakarsak; Hegel’in Ansiklopedisi’nin ana hatlarını kısaca hatırlamak önemli:

  1. Mantık
  2. Doğa Felsefesi
  3. Tin Felsefesi

İşte Tinin Fenomenolojisi bu 3. Bölüm altında yer almakta. Üçüncü Bölüm’de Hegel’in finali saf düşünceden yolculuğuna başlayan aklın (1. Bölüm – Mantık) doğa uğrağından sonra (2. Bölüm – Doğa Felsefesi) kendine dönüşünün detaylı bir felsefi incelemesini görüyoruz.

Tin Felsefesi ana hatları ile üç altbölüme ayrılır:

  1. Öznel Tin
  2. Nesnel Tin
  3. Mutlak Tin

Bu üç ana bölüm de kendi içlerinde üç alt bölüme ayrılır:

Öznel Tin:

  1. Antropoloji – Ruh
  2. Tinin Fenomenolojisi – Bilinç
  3. Psikoloji – Tin

Nesnel Tin:

  1. Yasa
  2. Vicdan Ahlakı
  3. Ahlaki Yaşam veya Toplumsal Etik

Mutlak Tin:

  1. Sanat
  2. Vahyedilen Din
  3. Felsefe

Görüldüğü üzere Tinin Felsefesi – Bilinç, Öznel Tin alt-bölümünün ikinci alt bölümüdür. Doğal ruh diye tasvir edilen hayvansal ruhtan tine geçişin bir uğrağıdır. Fenomenlerin görünümler olması nedeni ile gerçekliğin kendisinin görünümlerinden ibaret oldukları kilit hususlardan birisidir. Hegel’de ruh henüz tinleşmemiş olanı kasteder. Söz gelimi hayvanların ruhu vardır; insanların da vardır ancak bu dolaysız ruhun ötesinde tinleri de vardır insanların. Hegel tinin kendini gerçekleştirmesini bu bağlamda ele alır. Tin kelimesi ise oldukça karmaşık bir kavramdır. Almancadaki ‘Geist’ kelimesinin karşılığıdır (Ruh ise ‘Seele‘kelimesinin). İngilizce karşılık olarak Mind veya Spirit olarak çevrilir. Öyle ki bazen aynı İngilizce çalışmada kâh Mind kâh Spirit olarak karşılaşmak mümkündür. Bunun nedeni üzerine de oldukça kapsamlı çalışmalar mevcuttur. Basitleştirmeler hep tehlikelidir ancak bireysel ve toplumsal alanda değişik yorumlamalardan kaynaklanmaktadır bu (kişinin aklı, toplumun tini gibi). Şu şekilde düşünmek faydalı olabilir: tin dendiğinde aklı da kapsayan organik bir bütünlüğün kastedildiği.

Hegel aklın, tinin fakültelere bölünmesine, birbirlerinden izole edilmesine karşı çıkan bütünlükçü bir filozoftur. Haliyle tin denince kendine dönebilen, kendini tarihsel süreçte gerçekleştiren akıl şeklinde yorumlanabilir başlangıçta. Okur Hegel ve felsefesiyle tanışık oldukça bu kavramın ve ilgili kavramların içeriğini daha iyi kavrayacaktır.

Birkaç not da kullanılan terimler üzerine. Bazı kelimeler konusunda ister istemez zorlandım. İngilizce “Intellect” kelimesini Zekâ ve entelekt olarak kullandım. Bazen Öz anlamındaki “Substance”’i eğer Spinoza vs. diğer filozoflar da konu dahilinde ise töz olarak kullandım. Bunun yanısıra yorumunu yaptığım İngilizce metindeki “recognitive” kelimesini “tanışsal” olarak kullandım. Burada “cognitive” yani “bilişsel” kelimesine uygun bir karşılık bulduğumu düşünüyorum; tanınma diyalektiğinde karşılıklılığının bu kelime tarafından iyi bir şekilde ifade edebileceğini umuyorum.

Bu ön girişten sonra şerhi sunuyorum. Okura faydası olması dileği ile.

Tinin Fenomenolojisi. Bilinç.

Paragraf 413:

Bu bölümde Hegel, bilinci bir ‘görünüm’ olarak ve tinin “yansıtıcı ya da ilişkisel” bir aşaması olarak tanımlar ve “tinin kendi kendine görünmesiyle” karakterize edilen bilinç alanına geçer. Bilinç, egonun zihnin sonsuz bir öz-ilişkisi haline geldiği ve öznel bir öz-kesinlik düzeyine ulaştığı durum olarak tanımlanır.

Doğal ruhun dolaysızlığı bu ‘ideal‘ öz kimliğe dönüşür ve ruhun içerdiği her şey artık bu kendine yeterli yansımaya bir nesne olarak sunulur. Bilinç, tinin saf soyut özgürlüğü içinde, doğal bir yaşam olarak kendi içsel niteliklerini bağımsız bir nesnenin özgürlüğüne bıraktığında ortaya çıkar. Egonun başlangıçta farkında olduğu ve bilinç durumunu oluşturan bu dış nesnedir. Ego mutlak olumsuzluğu somutlaştırır ve dolaylı olarak ötekiliğin içindeki kimliktir; ötekiliğin kendisidir ve nesneyi kuşatarak ona sanki özünde olumsuzlanmış gibi davranır. Ego ilişkinin bir tarafını ve aynı zamanda bütününü temsil eder – hem kendisini hem de başka bir şeyi aydınlatan ışıktır. Bu da bilincin hem kendiyle ilgili hem de nesneyle ilgili bir olgu olarak ikili doğasını vurgular.

Paragraf 414:

Hegel bilinci incelemeye, egoda açık hale geldiği şekliyle zihnin öz kimliğinin yalnızca soyut bir biçimsel kimliği temsil ettiğini vurgulayarak devam eder. Tin ruh halindeyken, tözsel bir tümellik olarak var olmuştur. Ancak kendi içinde öznel bir yansımaya dönüştüğünde, bu tözsellik bir tür negatif uzam -karanlık ve bilinmeyen bir uzam- haline gelir.

Dolayısıyla bilinç, karşılıklı ilişkilere içkin temel bir çelişkiyi bünyesinde barındırır: benliğin (ego) ve nesnenin (tözsel evrensellik) bağımsızlığı ile bunların birleşik özdeşliğini uzlaştırmak zorundadır. Ego olarak zihin asli gerçekliktir, ancak öz bağlamında, edimsellik (aktüel olarak) hem dolaysız hem de ‘ideal’ bir şey olarak ortaya çıkar – dolayısıyla bilinç yalnızca tinin bir fenomenidir.

Bu ayrım bilincin tin içinde nasıl işlediğini anlamak için zemin hazırlar. Bilinç tinin tam gerçekliği değil, bir ruh olarak dolaysız deneyimi ile bir ego olarak yansıtıcı farkındalığı arasındaki etkileşime yakalanan tinin kendi algısı ya da kendine dair görünümüdür.

Paragraf 415:

Hegel egonun bilinç içindeki doğasını tartışır ve egonun biçimsel bir kimlik olarak kendi akledilir birliğinin diyalektik hareketini kendi etkinliği olarak değil, nesnedeki değişiklikler olarak deneyimlediğini ileri sürer. Sonuç olarak, bilinç karşılaştığı nesnenin doğasına göre değişiyor gibi görünmekte ve bilincin gelişimi bu nesnelerdeki değişimler tarafından yönlendiriliyor gibi görünmektedir. Bilincin öznesi, yani ego, düşünmeye girişir ve nesneyi değiştirmeye yönelik bu mantıksal süreç sayesinde özne ve nesne birbirine bağımlı hale gelir ve nesne öznenin bir mülkiyeti haline gelir.

Hegel, Kant’ın tini öncelikle bilinç olarak gördüğünü ve tin felsefesinden ziyade yalnızca fenomenolojisiyle ilgilendiğini öne sürerek Kant’ın tine yaklaşımını eleştirir. Hegel’e göre Kant’ın bakış açısı egoyu soyut bir “kendinde şey” referansıyla sınırlandırır ve aklın ya da iradenin tüm kapasitesini tam olarak kavrayamaz. Kant’ın tin-özne-nesnellik ya da sezgisel akıl İdeasına yaklaşıp sonuç olarak tini salt bir görünüşe ya da öznel bir maksime indirgediğini belirtir (Kant öznel idealist olarak tanımlanır). Dahası Hegel, hem Reinhold hem de Fichte’nin felsefelerinin benzer şekilde tinin gerçek anlaşılabilir birliğine ulaşmada başarısız olduğunu, bunun yerine tinin başka bir şeyle ilişkisine odaklandığını gözlemler. Örneğin Fichte’nin egosuzluğa varan sistemi, tinin gerçek özünün gerçek bir ifadesi değil, yalnızca egonun bir karşı noktası, sonsuz bir “şok” ya da yine “kendinde şey”dir.

Hegel kendi görüşünü Spinozacılıktan ayırarak, zihnin kendisini bir ego (duygulanımlarının aksine özgür bir özne) olarak kurduğu öz-yargılama eyleminde tözü aştığına işaret ederek sonuca varır. Böylece, bu yargıyı tinin mutlak özelliği olarak ileri süren felsefe Spinozacılığın ötesine geçmiştir. Bu ayrım, tözle özdeşleşmiş bir tinden, etkin öz-belirlenimi ve öz-bilinci ile tanınan bir tine doğru ilerlemeyi vurgular.

Paragraf 416:

Hegel, bilinçli tinin amacının dış görünüşünü içsel özüyle uyumlu hale getirmek ve öz-kesinliği hakikate dönüştürmek olduğunu belirtir. Bilinç aşamasında, tinin varlığı sonludur çünkü kendisiyle sadece nominal olarak, henüz tam olarak gerçekleşmemiş bir kesinlik duygusuyla ilişki kurar. Bilinçli tin tarafından algılanan nesne, yalnızca soyut anlamda egoya ait olarak nitelendirilir. Dolayısıyla egonun nesne içindeki yansıması eksiktir: nesnede mevcut olan içerik benliğin bir parçası olarak tam olarak onunla henüz bütünleşmemiştir. Bu şekilde, bilinç henüz kendi olarak tanınmayan bir içeriğe sahip olur ve zihnin algıladığı şey ile esasen ne olduğu arasındaki boşluğu vurgular. Bu tutarsızlık bilincin sonluluğuna işaret eder ve öz ile görünüşün gerçek birliğini sağlamak için bunun üstesinden gelinmesi gerekir.

Paragraf 417:

Hegel bilincin salt kesinlik durumundan hakikate doğru evrildiği süreci ana hatlarıyla belirtir ve bu gelişimin yükselen üç düzeyini detaylandırır:

Genel Olarak Bilinç: Bu ilk aşamada, bilinç bir nesneyi kendisine karşıt olarak algılar ve özne ile dış dünya arasında bir ayrım yaratır.

Özbilinç: Bu ara aşamada özne kendi gözleminin nesnesi haline gelir ve dış nesneler yerine içe odaklanır.

Bilinç ve Özbilincin Birliği: Son aşama, tinin kendisini nesnenin içinde tanıması ile karakterize edilir. Kendisini hem örtük hem de açık bir şekilde belirlenmiş olarak algılar ve Akıl kavramıyla doruğa ulaşır. Bu aşama, bilinç ve özbilincin birleştiği ve zihnin kendi rasyonel doğasının yanı sıra dış dünyadaki kendi yansımasını da kavradığı tin kavramını temsil eder.

Bu aşamalar aracılığıyla tin kendini edimselleştirerek salt öznel kesinliği aşar ve kendisi ve dünya hakkındaki anlayışının uyumlu hale geldiği ve tamamen bütünleştiği nesnel bir hakikat durumuna ulaşır.

(a) Gerçek Bilinç.

(α) Duyusal bilinç.

Paragraf 418:

Hegel bilincin ilk biçimini dolaysız olarak tanımlar; burada nesnenin dolaysız ve düşünümsel olmayan bir kesinliği vardır. Nesnenin kendisi tekil ve kendi başına var olan bir şey olarak görülür ve bu da duyusal bilinci oluşturur.

Bu düzeyde bilinç yalnızca egoya ya da formel düşünceye ilişkin soyut kategorilerle ilgilenir ve bu kategorileri nesnenin özellikleri olarak görür. Dolayısıyla, duyusal bilinç nesneyi varlık, tekillik ve benzeri gibi çeşitli dolaysız kategoriler aracılığıyla algılar. Bu bilinç biçimi, deneyimlediği duyumların çokluğu nedeniyle içerik bakımından zengin görünse de aslında kavramsal derinlik bakımından fakirdir. Bu bağlamda ‘zenginlik’, bilince maddi içerik sağlayan duyumları ifade eder. Ruhun antropolojik alanından kaynaklanan bu içerik daha sonra ego tarafından ayrıştırılır ve ‘varlık‘ kavramı altında kategorize edilir. Uzamsal ve zamansal tekillik – ‘burada‘ ve ‘şimdi‘ gibi kavramlar – sezgiyle daha yakından ilişkilidir ve bilincin bu aşamasında henüz tam olarak keşfedilmemiştir.

Duyusal bilinç nesneyi dışsal bir şey olarak algılar ancak henüz nesnenin kendi dışsal doğasını veya diğer nesnelerle olan ilişkisini kavramamıştır. Bu aşama bilincin dünya ile ilk karşılaşmasını vurgular ve nesnenin daha geniş bağlamı üzerinde derinlemesine düşünmeksizin veya anlamaksızın deneyimin dolaysızlığına odaklanır.

Paragraf 419:

Hegel duyusal bilincin duyu-algısına evrimini tanımlar. Başlangıçta dolaysız ve tekil bir şey olarak kavranan duyulur nesne, çoklu özellikleri ve yüklemleri olan bir ‘şey‘ olarak tanınır hale gelir. Duyu deneyiminin basit dolaysızlığı böylece karmaşık bir nitelikler ve evrensellikler dizisine doğru genişler. Tekillikten çokluğa doğru olan bu genişleme, bu bağlamda ego olan düşünme ilkesi tarafından mantıksal terimlerin kullanılmasını içerir. Ego kendini algılarken bu özellikleri nesnenin kendi içindeki değişimler olarak gözlemler. Egonun nesneyi çeşitli niteliklere sahip olarak yorumladığı ve anladığı bu süreç, Hegel’in duyu-algısı olarak adlandırdığı şeydir. Hülasa, duyu-algısı, zihnin düşünme kapasitesini nesnenin çoklu yönlerini yorumlamak için kullanmaya başladığı, nesnenin salt anlık duyumun ötesindeki karmaşıklığını fark ettiği ileri bir bilinç aşamasıdır.

(β) Duyu-algısı.

Paragraf 420:

Hegel tartışmayı duyu-algısına taşır; burada bilinç nesneyi dolaysız, tekil bir duyum olarak değil, daha ziyade dolayımlanmış, üzerine düşünülmüş ve evrensel olarak kavramaya çalışır. Nesne artık duyusal niteliklerin düşünce tarafından kurulan daha geniş nitelikler ve bağlantılarla birleşimi olarak anlaşılmaktadır. Bu aşamada bilincin nesneyle ilişkisi “eminim” şeklindeki soyut kesinlikten “biliyorum ve farkındayım” şeklindeki somut kesinliğe geçiş yapar. Bilinç doğrudan duyusal verileri yansıtıcı düşünceyle bütünleştirmeye başlar ve nesneyi tüm hakikatiyle kavramayı amaçlar.

Hegel, Kant’ın felsefesinin tini esas olarak algı düzeyinde ele aldığına işaret eder ki bu aynı zamanda gündelik bilinç ve bilimsel araştırma için de ortak bir bakış açısıdır. Süreç tekil duyusal deneyimlerle başlar, bunlar üzerinde düşünülür, birbirleriyle ilişkili olarak incelenir ve belirli kategorilerin uygulanmasıyla gerekli ve evrensel olan deneyimlere dönüştürülür. Bu, Hegel için bilincin gelişiminde kilit bir aşamayı temsil eden ham algının ötesinde analitik ve kapsamlı bir anlayışa doğru ilerlemeyi yansıtır.

Paragraf 421:

Hegel, bireysel duyusal deneyimler evrensel kavramlarla birleştirildiğinde duyu-algısında ortaya çıkan içsel çelişkileri tartışır. “Karışım” olarak adlandırdığı bu birleşim, bireysel unsurların farklı kaldığı ve ilişkilendirildikleri evrensel kategorilerden büyük ölçüde etkilenmediği bir durumla sonuçlanır. Sonuç olarak, genel deneyimi oluşturduğu varsayılan tekil, somut deneyimler ile gerçek öz olduğunu iddia eden evrensellik arasında bir gerilim ortaya çıkar. Ayrıca, bir şeyin bireyselliği ile ona farklılığını veren ve bağımsız olarak düşünüldüğünde kendi başlarına evrensel varlıklar haline gelen özellikleri arasında da bir çelişki vardır.

Hegel bu çelişkinin en çok nesnenin özel olarak tanımlandığı sonlu alanda belirgin olduğunu öne sürer. Bu çelişkiler sadece soyut değildir, tikel ve evrenselin sürekli gerilim içinde olduğu nesneler aleminde somutlaşır ve bilinç tarafından algılandığı şekliyle sonlu gerçekliğin karmaşık ve çelişkili doğasını yansıtır.

(γ) Zeka (Entelekt).

Paragraf 422:

Hegel entelekt kavramını bilincin gelişiminde bir aşama olarak ortaya koyar. Bu aşamada algı, bir görünüm olan nesnenin kendisinin gerçeklik olduğu anlayışına doğru ilerler. Nesnenin özü, aklın alanı olan içsel, kendi kendini sürdüren bir evrensellik olarak görülür. Entelekt, nesnenin içsel doğasını hem çeşitli duyusal deneyimlerin olumsuzlanması hem de bu çokluğu kuşatan soyut bir kimlik olarak algılar. Ancak bu çokluk ayrı unsurların bir toplamı olarak değil, dış görünüşteki değişikliklere rağmen kimliğini koruyan içsel bir ‘basit’ fark olarak korunur. Bu ‘basit’ fark, fenomenleri yöneten yasalara atıfta bulunur ki bunlar esasen fenomenin kendisinin geçici duyusal özelliklerinden arındırılmış, istikrarlı ve evrensel bir temsilidir. Bu anlamda zeka, duyu-algısının anlık ve çoğu zaman kaotik çokluğunu aşarak nesnelerin daha derin, yasal ve evrensel yönleriyle ilgilenir.

Paragraf 423:

Hegel yasa kavramı kapsamında entelektüel faaliyet sürecinde ilk olarak evrensel ve kalıcı unsurların karşılıklı bağımlılığının tanımlandığını belirtir. Bu unsurlar içsel olarak farklılaştığından, yasanın zorunluluğu içeriden gelir; bir terim diğerini dışsal farklılıklar nedeniyle değil, içsel bağlantıları nedeniyle doğal olarak imler. Hegel’e göre bu içsel farklılaşma, hiçbir ayrım olmayan bir ayrım olarak gerçek doğasını ortaya koyar. Bu farkındalıkla birlikte bilinç çözülmeye başlar çünkü bilincin tanımlayıcı özelliği hem öznenin hem de nesnenin bağımsız varoluşudur. Bununla birlikte, ego kendi yargısına göre kendisi ile nesne arasında hiçbir fark bulamadığında -esasen kendisini nesne olarak gördüğünde- bilinç özbilince dönüşür.

Bu, zihnin dış nesneleri kendisinden ayrı olarak algılamanın ötesine geçtiği ve kendi benliğini farkındalığının birincil nesnesi olarak tanımaya başladığı önemli bir değişime işaret eder. Özne ile nesne arasındaki ayrım bulanıklaşarak bilinçten özbilincin ortaya çıkışına işaret eder.

(b) Özbilinç.

Paragraf 424:

Hegel özbilinci detaylandırır ve onu bilincin hakikati olarak ilan eder. Dışsal bir nesneye dair her türlü bilincin aslında bir tür özbilinç olduğunu öne sürer. Bunun nedeni, bilinç nesnesinin benliğe ait bir fikir olarak kavramsallaştırılmasıdır; dolayısıyla, bir nesneyi algılayan benlik aynı zamanda kendisinin bir uzantısını da algılamış olur. Öz-bilincin temel ifadesi I = I (Ben = Ben) denklemidir ve bu denklem soyut özgürlük ya da saf ‘ideallik‘ anlamına gelir. Ancak bu durum belli bir anlamda ‘gerçeklikten’ yoksundur çünkü benlikten ayrı gerçek bir nesne yoktur; özbilincin ‘nesnesi’ benliktir. Özbilinçte, bilinci tanımlayan -özne ve nesne arasındaki- ayrım çözülür, çünkü her ikisi de benlik olarak tanınır. Bu farkındalık dışa odaklı bir bilinçten daha içe odaklı bir özbilince geçişi ifade eder.

Paragraf 425:

Hegel soyut özbilinci, benliğin hem dışsal bir nesnenin farkında olduğu hem de özünde bu nesnenin olumsuzlanmasının farkında olduğu, bilincin olumsuzlanmasının ilk aşaması olarak tanımlar. Böylece, çelişkili bir durumda -aynı anda hem özbilinç (benliğin farkındalığı) hem de bilinç (dışsal bir nesnenin farkındalığı) olarak- var olur. Bununla birlikte, Ben = Ben kavramı içinde, nesnenin benlik tarafından olumsuzlanması zaten doğası gereği çözülmüştür ve geriye kalan şey nesneye karşı duran öz-kesinliktir. Bu kendinden emin olma durumu, özbilinç içinde hem kendine bir içerik ve nesnellik kazandırma (içsel doğasını dışsallaştırıp gerçekleştirerek) hem de dış dünyaya olan duyusal bağlılığını aşma (nesneyi içselleştirip benlikle özdeşleştirerek) güdüsü yaratır. Oysa bu ikili süreç -dışsallaştırma ve içselleştirme- aslında aynıdır; bilincin ve özbilincin bütünleşmesini temsil ederler. Bu bütünleşme yoluyla özbilinç, dış nesneye ilişkin farkındalığının kendisine ilişkin farkındalığıyla tamamen uzlaştığı ve böylece başlangıçtaki çelişkinin üstesinden geldiği bir duruma ulaşmayı amaçlar.

(α) İştah veya İçgüdüsel Arzu.

Paragraf 426:

Hegel özbilincin dolaysız biçimini arzu ya da iştah sahibi tekil bir varlık olarak nitelendirerek bu aşamada özbilincin doğasında var olan çelişkiyi vurgular. Bu çelişki, onun nesnel olması gereken soyut doğasında yatar, ancak öznel olması gereken dışsal bir nesne olarak sunulan bir dolaysızlıkla karşı karşıyadır. Salt bilincin olumsuzlanmasından doğan kendiliğin kesinliği, nesneyi geçersiz ya da ilgisiz sayar. Buna paralel olarak, özbilincin nesneye yönelmesi, özbilincin kendisinin soyut düşünselliğini de geçersiz kılar. Bu dinamik, özbilincin kendi soyut doğası ile dışsal nesnenin somut gerçekliği arasındaki uçurumu, onu nesneyle ilişki kurmaya ve onu özümsemeye iten ve böylece çelişkiyi çözen arzu mekanizması aracılığıyla aşmaya itildiği bir gerilime işaret eder.

Paragraf 427:

Hegel, öz-bilincin kendi özünü, arzularıyla uyumlu olan nesnenin içinde algıladığını açıklar. Nesne, başlangıçta dışsal olsa da özbilincin bakış açısından özü itibariyle benlikten yoksun olduğu için benliğe karşı dirençli değildir. Egonun faaliyeti hem nesnenin algılanan ayrıklığını hem de kendi tek taraflı öznelliğini olumsuzlar. Egonun aktif katılımı sayesinde nesne ikincilleşir ve öznelleşir ve eşzamanlı olarak egonun öznelliği sınırlı kapsamını aşar ve kendi başına bir nesne haline gelir. Bu süreç, özbilincin nesneden başlangıçtaki bölünmesinin üstesinden geldiği ve karşılığında öznel deneyim içinde kendi nesnelliğini tanıdığı diyalektiği ifade eder. Sonuç, öz-bilinçli ego ve nesnenin artık ayrı varlıklar olmadığı, aksine bütünleştiği, egonun daha önce dışsal nesne olarak görülen şeyde kendini deneyimlediği bir birliktir.

Paragraf 428:

Hegel özbilincin bir arzu nesnesiyle ilişkiye girmesinin sonucunu tartışır. Bu süreç egonun kendisiyle birleştiği ve gerçekleştiği bir tatmin durumuna ulaşmasıyla sonuçlanır. Dışsal olarak, ego bu kendine dönüş süreci boyunca bir birey olarak varlığını sürdürür, çünkü kendilikten yoksun olan nesneyle etkileşimi temelde olumsuzdur ve nesnenin tüketimine yol açar.

Dolayısıyla iştah, bencil bir içerik tarafından yönlendirilen tatmin arayışında yıkıcı bir yöne sahiptir. Tatmin ego tarafından deneyimlendiğinden ve bu deneyim geçici olduğundan, iştah anlık olarak tatmin edildikten sonra sürekli olarak yenilenir. Bu döngü, arzunun tatmin edilmesinin kalıcı bir durum değil, ilk arzuyu sürekli olarak yeniden üreten geçici bir durum olduğunu ima eder ve özbilinç bağlamında iştahın doğası gereği kendine hizmet eden ve tüketici doğasını vurgular.

Paragraf 429:

Hegel özbilincin içsel yönünü arzu ve tatminle ilişkili olarak tartışır. Dışsal olarak arzunun yerine getirilmesi bencil bir eylem olarak görünse de içsel olarak tatmin egoya salt bireyciliği ya da soyut benlik odağını aşan bir benlik duygusu sağlar. Söz konusu içsel deneyim evrensel bir nitelik içerir, çünkü ego hem anlık arzusunu hem de bireysel odağını yadsıyarak arzu nesnesiyle bir birlik duygusuna kapılır. İlgili süreç boyunca ego, öz-bilinç içinde ‘özgür’ bir nesnenin farkındalığına yol açan bir ‘yargılama‘ ya da bölünmeye uğrar. Bu özgür nesne, egonun kendi yansımasını tanıdığı ama aynı zamanda bu yansımanın kendi dışında var olduğunu algıladığı bir nesnedir. Netice, egonun arzu nesnesini yalnızca tüketilecek harici bir varlık olarak değil, aynı zamanda kendi öz farkındalığının ayrılmaz bir parçası olarak algıladığı karmaşık bir bilinç biçimidir. Bu ikilik, özbilinçteki tatminin hem anlık, bireysel bir yönü hem de arzu nesnesiyle daha derin, evrensel bir bağı içerdiğini gösterir.

(β) Tanışsal özbilinç.

Paragraf 430:

Hegel bir özbilincin diğeriyle karşılaştığı “tanışsal” özbilinç kavramını ortaya koyar. Başlangıçta bu dolaysız bir etkileşimdir, çünkü bir özbilinç diğerini hem kendisinin bir yansıması hem de bağımsız bir varlık -kendisinin dışında ve kendisinden farklı olarak var olan bir “öteki” ego- olarak algılar.

Bu karşılaşma bir çelişki yaratır: her bir özbilinç kendini diğerinde görür ama aynı zamanda diğerini ayrı, özgür bir birey olarak tanır. Bu çelişki, her bir özbilinci kendi özgürlüğünü göstermeye ve diğerinden özgür bir benlik olarak kabul görmeyi istemeye zorlar. Özbilinçli varlıklar arasındaki, her birinin kendi özgürlüğünü ve bireyselliğini onaylamak için diğerinden tanınma aradığı bu dinamik, Hegel’in “tanınma süreci” olarak adlandırdığı durumdur. Bu süreç, öz-farkındalığın gelişimi ve kişinin kendisini sosyal ilişkiler bağlamında bağımsız ve özerk bir varlık olarak anlaması için temeldir.

Paragraf 431:

Hegel, her bir öz-bilincin diğerinin onayını aradığı tanınma sürecinin bir mücadele ya da savaş niteliği taşıdığını açıklar. Bir birey, ötekinin ayrı, dolaysız bir varlık olarak algılanmasının üstesinden gelene kadar, bir başkasının varlığında kendi özbilincini tam olarak gerçekleştiremez. Benzer şekilde, bir birey de kendi dolaysızlığını aşıp özgürlüğünü ortaya koymadıkça bir başkası tarafından tanınamaz.

Üstesinden gelinmesi gereken bu dolaysızlık aynı zamanda öz-bilincin fiziksel somutlaşmasıyla da bağlantılıdır – benliğin varlığını deneyimlediği ve başkalarıyla etkileşime girdiği beden. Beden hem bireysel öz farkındalığın bir sembolü hem de başkalarıyla iletişim ve ilişki için bir araçtır. Dolayısıyla, tanınma mücadelesi sadece psikolojik veya kavramsal bir çatışma değil, aynı zamanda fiziksel ve sosyal bir çatışmadır; burada kişinin özgürlüğünün savunulması ve dolaysız benliğin aşılması, hem kendini ifade etmeyi hem de başkalarıyla etkileşimi içeren bedensel alanda gerçekleşir.

Paragraf 432:

Hegel tanınma mücadelesinin dinamiklerini yakından incelemeye devam eder ve bunu bir “ölüm-kalım mücadelesi” olarak tanımlar. Her bir özbilinç kendi hayatını riske atar ve bu süreçte diğerinin hayatını tehdit eder, ancak bu risk aynı anda özgürlüğünün cisimleşmesi olarak kendi hayatını koruma niyetiyle dengelenir. Bir öz-bilincin potansiyel ölümü, çelişkiyi dolaysızlığın kör bir yadsınması yoluyla çözüyor gibi görünse de, aslında gerçek tanınma açısından yeni ve daha önemli bir çelişki yaratır. Bir özbilincin varlığının sona ermesi halinde arzu edilen karşılıklı tanıma sağlanamaz, çünkü tanıma bir diğerinin varlığını gerektirir. Dolayısıyla, tanınma mücadelesinde taraflardan birinin ölümü, özgürlük ve benliğin karşılıklı olarak tanınmasını sağlamak olan mücadelenin amacını baltalamaktadır.

Paragraf 433:

Hegel tanınma mücadelesinin sonucunu, savaşın karşılıklı tanınma ile değil, asimetrik bir ilişki ile sonuçlanması olarak tanımlar. Özgürlük yerine yaşama değer veren savaşçılardan biri teslim olur ve kendini öne sürmekte ısrar eden diğerinin üstünlüğünü kabul eder. Bu da efendi ve köle arasında hiyerarşik bir dinamiğin kurulmasıyla sonuçlanır. Hegel bu sonucu toplumsal yaşamın fenomenolojik temeli ve politik toplumun başlangıcı olarak yorumlar. Bu oluşumu karakterize eden güç kullanımı, haklar için meşru bir temel değildir, ancak temel arzular tarafından yönlendirilen yalıtılmış bir özbilinç durumundan, bireylerin daha büyük bir kolektifin parçası olduğu evrensel bir öz-bilinç durumuna geçişte gerekli bir adım olarak görülür. Efendi-köle dinamiği, iktidarın ve boyun eğdirmenin toplumun gelişimindeki rolünü göstermektedir. Ancak Hegel, gücün toplumsal yapıların görünür başlangıç noktası olsa da onların temel ya da haklı çıkarılabilir özü olmadığını vurgular. Toplumun ve devletin gerçek temeli güç üzerine değil, evrensel özbilincin ve bundan doğan özgürlüklerin tanınması üzerine kurulmalıdır.

Paragraf 434:

Hegel Efendi-köle ilişkisinin doğası gereği ortak ihtiyaçlar ve bunların karşılanması için ortak bir çaba içerdiğini belirtir. Efendinin gücü, efendinin amaçları için bir araç olarak korunması gereken kölenin hayatta kalmasına bağlıdır. Anlık nesneye yönelik ilk yıkıcı dürtü yerine, bu nesneyi edinme, koruma ve bu ilişkinin hem bağımsız hem de bağımlı yönlerini birleştiren yararlı bir araca dönüştürme süreci gelişir. İhtiyaçların karşılanmasına yönelik daha evrensel bir yaklaşıma doğru bu kayma, kalıcı kaynakların ve tedarik yöntemlerinin yaratılmasına yol açar. Bunlar yalnızca anlık ihtiyaçlara hizmet etmekle kalmaz, aynı zamanda gelecekteki güvenlik ve istikrarı da sağlar. Bu şekilde, Efendi-köle dinamiği basit bir güç mücadelesinden, kaynakların yönetimi ve gelecekteki ihtiyaçların planlanmasının ilişkinin ayrılmaz bileşenleri haline geldiği daha karmaşık bir karşılıklı bağımlılık sistemine dönüşür.

Paragraf 435:

Hegel Efendi-köle ilişkisinin her iki taraf için de sonuçlarını araştırır. Efendi kölenin hizmetkârlığında kendi tekil özerkliğinin, bir başkasının dolaysız benliğinin boyun eğdirilmesi yoluyla elde edilen bir teyidini görür. Efendinin kimliği ve benlik algısı böylece itaatkâr bir ötekinin varlığıyla pekiştirilir. Öte yandan köle, efendiye hizmet ederek kendi anlık arzularından ve bireysel iradesinden vazgeçmek zorunda kalır. Bu kendini inkâr süreci ve boyun eğme deneyimi -ya da “Efendiye duyulan korku”- Hegel’in görüşüne göre kölenin daha geniş, daha evrensel bir özbilinç geliştirmesinin temeli haline gelir.

Kölenin korku ve boyun eğdirme ile yüzleşmesi, daha büyük bir farkındalık ve bilgeliğe yol açan dönüştürücü bir deneyim olarak görülür. Hegel’in analizi, Efendi-köle dinamiğinin başlangıçta güç ve tahakküme dayanırken süreçsel olarak istemeden de olsa kölenin bilincinin evrimine zemin hazırladığını öne sürer. Kişisel arzuların yadsınması ve salt kişisel çıkarların üstesinden gelinmesi yoluyla köle, daha evrensel bir benlik anlayışına ve potansiyel olarak özgürleşmeye ve kendi kaderini tayin etmeye doğru bir yola girer.

(γ) Evrensel Özbilinç.

Paragraf 436:

Hegel evrensel özbilinç kavramını, her bireyin diğerinde kendini tanıdığı ve her ikisinin de aynı temel özgürlüğü paylaştığını anladığı bir karşılıklı tanıma durumunu ortaya koyar. Özgür bir birey olarak her kişi ‘mutlak’ bir bağımsızlığa sahiptir. Ama bu bağımsızlık bu ayrılık yoluyla değil, bencil arzuların (ya da iştahın) onları diğerlerinden uzaklaştırmayan bir olumsuzlaması yoluyla ifade edilir. Bu öz-bilinç biçimi karşılıklılık ile karakterize edilir: bireyler kendi evrenselliklerini başkalarının özgürlüğünün tanınması ve kendilerinin de başkaları tarafından özgür olarak tanındığı bilgisi yoluyla gerçekleştirirler. Bu, birbirlerinin öznelliğinin ve özgürlüğünün karşılıklı olarak kabul edilmesidir.

Evrensel öz-bilinç tüm gerçek toplumsal ve ruhani yaşamın temelini oluşturur; ailelerin, toplulukların, devletlerin oluşumuna ve sevgi, dostluk, cesaret, onur ve itibar gibi erdemlerin geliştirilmesine zemin hazırlar. Ancak Hegel, bu temel özün dışsal tezahürünün gerçek doğasından kopabileceği, bunun da boş onur biçimleri ve yüzeysel alkışlarla sonuçlanabileceği konusunda uyarır. Bu yüksek bilinç düzeyi, etik yaşamın ve toplumsal dokunun gelişimi için elzemdir. Bireyler arasında karşılıklı saygı ve tanımaya dayanan, bireysel çıkarları toplumsal bağlar ve paylaşılan değerler lehine aşan bağlantıları teşvik eder.

Paragraf 437:

Hegel bilinç ve özbilinç arasındaki ilişkiyi tartışır ve bunların birliğinin bireylerin birbirlerinin özbilincini yansıttığı bir duruma nasıl yol açtığını açıklar. Bu karşılıklı yansıma, bireyler arasında önemli bir farklılığı gerektirmez. Bunun yerine, aslen farklı olmayan bir tür çeşitliliğe, birlik içinde çokluğa işaret eder. Bu ilişkinin gerçek özü, Hegel’in Akıl olarak tanımladığı öz-bilincin tam olarak gerçekleşmiş evrenselliği ve nesnelliğidir. Akıl, burada göründüğü şekliyle İdea olarak (bkz. Ansiklopedi Paragraf 213), kavram ve gerçekliğin birliğidir. Ancak, burada özellikle içe odaklı kavram veya bilinç ile dışsal olarak ve ona karşıt olarak var olan nesne arasındaki ayrım olarak karakterize edilir. Bu çerçevede Akıl, özbilincin kendisini dış dünyada tanıma ve bu ikilik içinde birlik bulma kapasitesi olarak anlaşılır. Böylece Akıl, dış dünyayı ayrı bir şey olarak algılayan salt bilincin sınırlarını aşar. Böylece, özbilincin evrensel ve nesnel doğasının farkına vardığı daha yüksek bir senteze ulaşır. Bu aşama rasyonel düşüncenin gelişmesi ve tinin gerçek potansiyelinin farkına varılması için elzemdir.

(c) Akıl.

Paragraf 438:

Hegel Aklı, kavramın öznelliğinin nesnelliği ve evrenselliği ile basit özdeşliğinden ortaya çıkan asli ve gerçek hakikat olarak tanımlar. Aklın evrenselliği ikili bir gerçekleşmeyi ifade eder:

Evrensel Olarak Nesne: Daha önce bilinçte yalnızca verili ya da dışsal olarak algılanan nesnenin artık kendi içinde evrensel olduğu, öznenin bilinci tarafından aşılandığı ve kuşatıldığı anlaşılır.

Saf Biçim Olarak Ego: Aynı zamanda, saf ego (bilincin kendinin farkında olan yanı) nesneyi içeren kapsayıcı biçim (form) olarak kabul edilir. Bu biçim nesne tarafından sınırlandırılmaz, aksine onu tamamen kuşatır. Bu ikili idrak, aklın nesneleri benlikten ayrı olarak algılamanın ötesine geçtiğini gösterir. Bunun yerine, akıl bu nesneleri egonun bilincinin evrensel kapsamı içinde bütünleştirir. Demek ki akıl sadece bir düşünme biçimi değil, öznenin iç kavramsal dünyası ile dış evrenin bir ve aynı gerçeklik olarak kabul edildiği bir düşünce ve varlık sentezidir.

Paragraf 439:

Hegel özbilinç içinde Aklın doğasını detaylandırır. Özbilinç, belirlenimlerinin ya da düşünce süreçlerinin kendi içsel kavramsallaştırmalarının olduğu kadar şeylerin nesnel doğasının da bir yansıması olduğundan emin olduğunda, Akıl statüsüne ulaşır. Fakat, Akıl sadece edilgen bir töz değildir; o, kendinin farkında olan etkin bir hakikattir. Hakikat burada artık kendine özgü kipi ve içkin biçimi olarak “ben-merkezli saf kavrama, egoya, sonsuz evrensellik olarak benliğin kesinliği”ne sahiptir. Bunun bilincinde olan bu hakikat tindir.

Yararlanılan ana kaynak:

Hegel, G.W.F. (2017). Philosophy of Mind translated by W. Wallace and A.V. Miller revised with introduction and commentary by Michael İnwood. Oxford: Oxford University Press.

Bu makale Creative Commons Atıf-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

This article is licensed under the Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

PDF dosyası halinde istiyorsanız .pdf formatındaki makaleye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://cengizhankaptan.com/wp-content/uploads/2023/10/Hegel_Tinin_Fenomenolojisi_Ansiklopedi_Serh-1.pdf